Casusluk: Dostlar Arasında Lafı mı Olur? – Kaan Kutlu Ataç
“Beyefendiler birbirlerinin mektuplarını okumazlar.” – ABD Dışişleri
Bakanı Henry L. Stimson.
“Bilgi güçtür.” Thomas Hobbes, The
Leviathan.
“Çalma.” The Ten Commandments.
Kripto cihazlar üretiminde uzmanlaşan Philips
firmasının eski bir çalışanı, 15 Şubat 2020’de katıldığı bir televizyon programında,
aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkeye satılan kripto
cihazlarına dışardan müdahale edilmeyi kolaylaştırıcı işlemler uygulandığını
ifşa etti. Philips uzmanının iddiası bununla da sınırlı değildi: Türkiye’nin büyükelçilikleri
ile gizli haberleşmesinde ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iç iletişiminde kullanılan
bu cihazlara sızılması konusunda şirket ile ABD’nin Merkezi İstihbarat
Teşkilatı (Central Intelligence Agency
– CIA) arasında görüşmeler yapılmıştı (Daily
Sabah, 2020).
Müttefiklerin birbirlerine karşı
istihbarat faaliyetleri yürütmesi her ne kadar konunun uzmanlarını şaşırtmasa
da, Türkiye kamuoyunda NATO üyesi ülkelerin birbirlerine karşı bu tür faaliyetleri
yürütüyor olmaları şüpheyle karşılandı. Herkesin kafasındaki soru, NATO’nun
kuruluş felsefesini en iyi yansıtan 5. maddesinde belirtildiği üzere, “üye
ülkelerden birisine karşı yapılan silahlı saldırı tüm üye ülkelere yapılmış” kabul
ediliyorsa ve üyeler, ittifak ruhu çerçevesinde birbirleri için savaşa girmeyi dahi
göze alıyorlarsa, neden birbirlerine karşı istihbarat faaliyeti yürütme
ihtiyacı duyarlar idi.
Bu sorunun cevabını ABD’nin 44.
Başkanı Barack Obama’nın 1 Temmuz 2013’te basına verdiği beyanatta bulabiliriz.
Obama öncelikle tüm ülkelerin istihbarat örgütlerinin diğer tüm devletlere
karşı casusluk faaliyeti yürüttüğünü belirtiyor ve ekliyor; “İstihbarat
örgütleri, dünyayı daha iyi anlamlandırmaya çalışıyorlar…[Bunun
için de] açık kaynaklardan elde edilmesi mümkün olmayan bilgilerin
ötesinde bir arayış içerisindeler. Sizi temin
ederim ki, Avrupa başkentlerinde, kahvaltıda ne yediğimle ilgilenmiyorlarsa da,
en azından liderleriyle yapacağım toplantılardaki konuşma başlıklarımı merak
eden insanlar var. İstihbarat servisleri böyle çalışır.”
Obama’nın bu açıklaması kısa ama gayet
netti: “İstihbarat örgütlerinin varlık nedeni işte tam da budur” (White House, 2013).
Yani, her şeyi merak etme ve bunlarla ilgili bilgi toplama. Bu çaba, işin
doğası gereği, düşmanlarınız veya rakipleriniz kadar, dostlarınızın da siyasi,
askeri, teknolojik, ticari, ekonomik ve diplomatik alanlardaki muhtemel hareket
tarzlarını derinlemesine öğrenilmesini içerir.
Uluslararası diplomasinin aslında bu çok bilinen sırrı istihbaratın
doğasının ne olduğu sorusunu bir kez daha kamuoyunun karşısına çıkarttı. İstihbaratı
hayata bağlayan yegâne unsur bilgidir. İstihbarat örgütleri kelimenin tam
anlamıyla dinmek bilmeyen bir bilgi açlığı içerisindedirler. Kamuoyunun veya
karar vericilerin öncelik sıralamalarında en alt düzeyde yer alan konularda
dahi bilgi toplama planları hatırı sayılır kalınlıkta bir cilt oluşturur. Zira,
bugün işe yaramayacağı düşünülen en küçük bilgi kırıntısı pekâlâ gelecekte bilinmeyeni
anlama ve belirsizliği en aza indirme oyunundaki yap-bozu tamamlayacak kritik
bir parça olabilir. En alakasız görünen küçücük bir bilginin rakipleriniz
karşısında sizi karşılaştırmalı üstünlüğe taşımayacağının garantisini kim
verebilir?
Bilgi her dönemde anarşik bir düzenin hâkim olduğu hükümetler arası ilişkilerde hayati derecede önemliydi. Bugün daha da önemli bir noktaya gelmiş durumda. Bu nedenle, istihbarat mantığı milli çıkarlarla uzaktan yakından ilintili olduğu ya da olabileceği düşünülen her türlü bilgiyi toplamayı gerekli kılar. Bu kapsamda istihbaratın bilgi toplama gayreti hedef/ler söz konusu olduğunda hasım/dost ayrımı yapmaz, yapamaz. Çünkü istihbaratın karanlık ve sert dünyasında hasım veya dost kavramı yoktur. Zira, unutulmamalıdır ki, bugün çok yakın gözüken bir dostunuz, milli çıkarların çatışması durumunda yarın kolaylıkla düşmanınıza dönüşebilir. Bu kapsamda, “Uluslararası İlişkilere Giriş” derslerinin ilk cümlelerinden birisi olarak öğretilen, 19.yy’da İngiltere’de başbakanlık ve dışişleri bakanlığı yapmış olan Henry John Temple’a atfen aktarılan ifade istihbarat dünyası için de geçerlidir: “Bizim ebedi müttefiklerimiz ve daimî düşmanlarımız yoktur. Sadece çıkarlarımız ebedi ve daimidir. Vazifemiz bu çıkarların takip edilmesidir. İngiltere başbakanlarının her biri İngiltere’nin çıkarları için politikalarında bunu şiar edinmelidir” (Heath, 1969).
İstihbarat dünyası yalnızca hasım veya gelecekte hasım olması muhtemel ilişkiler
üzerine kuruludur. Bu anlamıyla bilgi toplama faaliyeti, örneğin hedefiniz bir
ülkenin devlet başkanıysa ona ait en küçük detayı dahi içermektedir. Hedefinizdeki
devlet başkanın eşi kameralar önünde kocasının/karısının elini hoyratça iterse
istihbarat analizcisine iş çıkmış demektir. Analizcinin yapacağı ilk şey
evlilik konusunda uzman bir psikiyatra danışmak ve bu davranışın detaylı bir
bilimsel açıklamasını istemek olacaktır. Çünkü devlet başkanının halet-i ruhiyesi
hakkındaki bilgi kritik bir uluslararası müzakerede elinizi güçlendirecektir. Dolayısıyla
CIA ve diğer ülkelerin istihbarat örgütleri için analiz edilecek liderin hasım veya
dost ülkeden olmasının bir önemi yoktur. Benzer şekilde, bilginin hangi alanda
olduğu da önemli değildir. Bir şirket, bir kişi ya da yabancı bir hükümet. Tabii
istihbarat toplama işine girdiğinizde casusluk oyununun altın kuralı da
otomatik olarak devreye girer: “her ne pahasına olursa olsun yakalanma”.
***
İlk
daimî elçiliklerin 16. yy.’da İtalyan şehir devletlerinde faaliyete geçmesiyle
birlikte elçiliklerin mektupları gizli yöntemlerle açılıp okunmaya
başlanmıştır. Kimi devlet görevlilerinin mum mühürleri açmak için daimî olarak
istihdam edilmeleri de bu dönemde başlamıştır. Günümüzde bu işi artık yüksek
teknolojiyle donanmış resmi örgütler yürütüyorlar. Konunun en yakın örneklerinden
biri, ABD’nin en güçlü istihbarat örgütlerinden birisi olan Milli Güvenlik
Ajansı (National Security Agency – NSA) eski çalışanı Edward Snowden’in
ifşa ettiği dokümanlardır. Söz konusu dokümanlar arasında ABD ile yakın
ilişkileri olan Meksika ile ilgili olanlar bu anlamda özellikle dikkat
çekiciydi. Zira, dokümanları inceleyen Alman Der Spiegel dergisi NSA’in
Meksika Devlet Başkanı Felipe Calderon’un
e-posta hesaplarına sızdığını, Meksika hükümet üyelerinin yazışmalarına vakıf
olduğunu ortaya çıkarttı. Yazışmalarda ülkenin diplomatik, ekonomik ve liderlik
yapısının nasıl hareket ettiği, siyasal sistemin ve iç istikrarın nasıl olduğu
yönünde çok kıymetli bilgiler vardı.
NSA’in
“Ismarlama Erişim Operasyonu” (Tailored
Access Operations – TAO) olarak isimlendirdiği bu casusluk faaliyeti
Beyaz Saray’ın bilgisi dâhilinde gerçeklemiş ve bizzat ABD Başkanı tarafından onaylanmıştı.
Dokümanlar NSA’in casusluk faaliyetlerinde öncelik sıralamasını da gözler önüne
sermişti. Buna göre, 1 en yüksek ve 5 en düşük öncelik olmak üzere, örneğin ABD için Meksika’nın uyuşturucu politikası “1”, ülke
liderliği “3”, ekonomik istikrarı, askeri kapasitesi, insan hakları ve
uluslararası ticari ilişkileri “3”, karşı-casusluk ise “4” seviyesinde bir öneme
sahipti (Glüsing vd., 2013). Şüphesiz TAO, NSA için önemli bir başarı ve
istihbarat analizcileri içinse altın madeniydi. NSA’in Meksika’ya yönelik
faaliyetleri 2012’de başkanlık seçimlerinin güçlü adayı Peña Nieto’nun cep
telefonuna yönelik sızma olayında daha da ileri boyuta taşınmış, NSA Nieto’nun 85,489
mesajına ulaşmıştı.
Kamuoyuna yansıyan NSA belgelerine göre ABD, Almanya
şansölyesi Angela Merkel, Fransız cumhurbaşkanları Jacques Chirac, Nicolas Sarkozy ve Francois Hollande ile ilgili de casusluk
faaliyetleri yürütmüştü. İstihbarat toplama ihtiyaçları çerçevesinde NSA, Espionnage Élysée başlıklı bir dosya üzerinden Fransa’nın ekonomisi, hükümet politikaları, diplomasisi ile bankacılık
ve ticari faaliyetleri de dâhil olmak üzere pek çok alanda istihbarat toplamıştı
(Wikileaks.org). Belgelere göre ABD, müttefiki
Fransa’nın Filistin ile İsrail arasında Washington’u devre dışı bırakan bir barış
süreci yürütme çabasından da rahatsız olmuş gibiydi. Ne de olsa “büyük abi” den
habersiz Ortadoğu barış süreci uluslararası diplomasinin ruhuna aykırıdır.
Tüm bunlar ortaya döküldüğünde Fransızların
yaptığı “müttefikler arasında casusluk faaliyeti kabul edilemez” açıklamalarının
Amerikan istihbaratçıları için bir anlam ifade etmediği ortadadır. Ne de olsa,
belgelere göre “ABD’nin Fransa’yla ilgili casusluk faaliyetlerine devam etme
arzusu” NSA için ana noktaydı (BBC, 2015). Öte yandan, diğer ülkelerdeki
istihbaratçıların NSA’deki meslektaşlarını kıskandıklarına ise hiç şüphe yok.
Çünkü ister hasım ister muhtemel hasım olsun yabancı ülke hükümetlerinin karar
alma mekanizmalarına sızabilmek bütün istihbarat örgütlerinin en renkli hayalidir.
Fakat güzel rüyaların kâbusa dönüşmemesi için istihbaratın altın kuralına harfiyen
uymak gerekir: “ne pahasına olursa olsun iş üzerinde yakalanma”. Nitekim
gelişmeler karşısında Obama, Nieto’ya iddiaların soruşturulacağı ve
sorumluların cezalandırılacağı sözünü vermiştir. Casuslukta suçüstü
yakalanmanın en büyük riski tam da buradadır. Ülkenin itibarı ciddi şekilde
zedelenir ve uluslararası ilişkilerde tamiri zor hasarlara yol açar. İlişkilerin
düzeltilmesi ise istihbarat örgütlerinin karanlık işleri hakkında bilgisi
olmayan (!) centilmen diplomatlara kalır.
Yine
Snowden’ın ifşa ettiği belgelerden öğrendiğimiz üzere, Nisan ve Eylül 2009’da Londra’da
düzenlenen G20 toplantılarında NSA’in İngiliz muadili olan Hükümet İletişim
Merkezi (Government Communications Headquarters – GCHQ) “toplantılara
katılan delegasyonların iletişimlerine sızmayı başarmıştı. GCHQ tarafından
“muazzam bir istihbarı kapasite” olarak adlandırılan bu sızmaların
hedeflerinden birisi dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile 15 kişilik Türk
heyetiydi. GCHQ analizcileri “ilk defa canlı olarak kimin kimle neyi
konuştuğunu öğrenmek ve bu bilgileri müzakereleri yürüten İngiliz heyetindeki
uzmanlara anında aktarmak suretiyle, İngiltere’nin Türkiye’ye karşı hep bir
adım önde olmasını ve görüşmeleri istedikleri alanlara çekebilmelerine imkân sağlamışlardır
(MacAskill vd., 2013).
Casusluk iddiaları üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, uluslararası işbirliğine dayalı karşılıklı güven ve saygının olduğu bir ortamda iddialarda en ufak bir doğruluk payı bulunsa dahi olayın iki ülke açısından bir skandal olacağı vurgulanmıştı (Anadolu Ajansı, 2013; Milliyet 2013). GCHQ’nun Türk bakan ile delegasyonu hedef alarak iletişimlerine erişmesinin ne faydası olabilir? Cevap çok basittir. Önemli bir ekonomik gücün uluslararası sisteme dair niyetlerinin müzakerelerden önce bilinmesi İngiliz hükümetinin elini güçlendirecektir. Türkiye’nin ekonomik ve mali politikalarda takınacağı tutumun bilinmesi şüphesiz en nihayetinde İngiliz ekonomisi ve iş dünyasının avantajına olacak ve Londra’nın rekabetçi üstünlüğünü arttıracaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin müttefiki İngiltere’nin istihbarat hedefi olmaktan kaçınması mümkün değildir. Zaten aksini düşünmek saflık olurdu.
Uluslararası
alanda sadece büyük devletler istihbarat işiyle uğraşmaz. Son yıllarda ABD istihbarat
servislerini bazı eski çalışanlarının İsrail’in ABD’ye yönelik casusluk
faaliyetlerinde bulunduğu iddialarını gündeme getirmeleri bunun tersi duruma bir
örnektir. Bu iddialar daha çok yaşamsal anlamda ABD’nin desteğine ihtiyaç duyan
İsrail’in Beyaz Saray çevresine yerleştirdiği yüksek teknoloji ürünü cihazlarla
Amerikan yönetiminin iletişime hulul ettiği yönündedir (Mortazavi, 2019). Kısaca,
dostlar arasındaki casus oyununda herkes hem av hem de avcı durumundadır.
Müttefiklerin
birbirilerine yönelik istihbarat faaliyetleri yürütmesine dair örneklerin
sayısını arttırmak elbette mümkün. Yazının giriş kısmında paylaşılan Philips
örneği de bu çerçevede ne ilk ne de son olacaktır. İster eski usul olsun ister
yüksek teknoloji yöntemleri kullanılsın, istihbarat dünyasında değişmeyen kurallar
vardır: hasımlarınızla ilgili mümkün olan en fazla bilgiyi istihbar edin,
bunları tasnifleyin, değerlendirin ve siyasi karar alıcıya sunun. Ayrıca, bu
süreci doğru zaman ve yeri gözeterek sürekli tekrarlayın. Siyasi karar alıcı bu
kıymetli malzemeyi ülke siyasetinin doğru şekilde yürütülmesinde milli çıkarlar
için kullanacaktır. Sonuç olarak, hasımlarınızın olduğu kadar müttefiklerinizin
de niyetini önceden bilmek her zaman için iyi bir şeydir.
Kaldı ki dostlar arasında casusluğun lafı mı olur? Tabii ki, casusluğun altın kuralını unutmamak kaydıyla: “Kesinlikle yakalanmayın”.
Kaynaklar
“Ankara’dan Kraliçe’ye tavır”, Milliyet, 20 Haziran 2013. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
“Espionnage Élysée”, Wikileaks.org, 29 Haziran 2015. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
Glüsing, Jens, Laura Poitras, Marcel Rosenbach ve Holger Stark (2013). “NSA Accessed Mexican President’s Email”, Spiegel International, 20 Ekim. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
Heath, Edward (1969). “Realism in British Foreign
Policy”. Foreign Affairs, Cilt 48, No
1, pp. 39-50.
MacAskill, Ewen, Nick Davies, Nick Hopkins, Julian Borger ve James Ball (2013). “GCHQ intercepted foreign politicians’ communications at G20 summits”, The Guardian, 17 Haziran. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020)
Mortazavi, Negar (2019). “Israeli spying is not new – but the Trump administration’s response is”. Independent, 13 Eylül. (erişim tarihi, 22 Şubat 2020).
“Philips helped US spy on Turkey, ex-employee says”, Daily Sabah, 16 Şubat 2020. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
“Spying claims of the Guardian worrying, Turkish Foreign Ministry”, Anadolu Agency, 17 Haziran 2013. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
“US ‘spied on French presidents’ – Wikileaks”, BBC News, 24 Haziran 2015. (erişim tarihi, 16 Şubat 2020).
The White House (2013). “Remarks by President Obama and President Kikwete of Tanzania at Joint Press Conference”. Washington, D.C.: The White House, Office of the Press Secretary, 1 Temmuz. (erişim tarihi, 17 Şubat 2020).
_______________________________________________________________________________________________
Kaan Kutlu Ataç, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı üniversitede Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler alanlarında yüksek lisanslarını tamamladı. Ataç, 2016’da Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Mersin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olan Ataç, Milli Savunma Üniversitesi’nde Misafir Öğretim Üyesi olarak dersler vermektedir.