Küreselleşme Korkusunun Vücut Bulması; Salgın Hastalık Filmleri – Murat Akser

2020 Mart’ında Covid-19 pandemisi bütün acımasızlığı ile insanlığı tehdit ederken hastalığın ortaya çıkmasıyla eş zamanlı olarak salgın hastalık filmleri ve belgeselleri daha sık gündeme gelmeye başladı. Netflix adeta bir kehanette bulunurcasına, yakın zamanda tamamladığı VirüsSalgını (Pandemic) isimli belgeseli seyircilerine ulaştırdı. Geçmişte yapılmış iki salgın filmi, Tehdit (Outbreak, 1995) ve Salgın (Contagion, 2011), küresel izleyici kitlesinin ilgi odağı oldu. Bu yazıda küresel hastalık olgusunun farklı açılarıyla sinemasal yansımalarına bakacağız.

Virüs konulu filmlerin öncülü Richard Matheson’un Dünyadaki En Son Adam (Last Man On Earth) romanından uyarlanan 1971 yapımı The Omega Man ‘dir. Charlton Heston’ın başrolde olduğu film terkedilmiş bir New York’ta geçer. Film salgın bir hastalık sonucu tüm dünya nüfusu yok olmuşken (ideolojik olarak da) bağışıklığı sayesinde sağ kalan bir doktorun yaşam mücadelesini anlatır. Daha sonra pek çok salgın/zombi alt film türünde görülecek olan temel anlatım öğeleri ilk bu filmde görülür: hastalık sonrası deforme olan ve insanlıktan çıkan (kendine yabancılaşmış) yaratıklar, doğa tarafından geri alınan terkedilmiş boş şehirler ve temelde kapitalizm ve küreselleşme eleştirisi.

Aynı yıla ait ve Michael Crichton’ın aynı adlı romanından uyarlanan The Andromeda Strain ise madalyonun öbür yüzünü, vatandaşlarını korumak için ceberutlaşan devleti anlatır. Filmin kahramanları yaşamlarını düzeni koruma adına feda etmeye hazır bir grup bilim adamıdır. Film bu grubun dünyaya dönen bir uydu vasıtasıyla bir kasabaya yayılarak insanların ölümüne sebep olan bir mikroorganizmaya karşı savaşını anlatır. İnsanların ölümüne sebep olan, onları başkalaştırarak ele geçiren bir hastalığı ele alması ve soğuk savaş dönemi batı bloğunun, özellikle de ABD’nin, korkularını yansıtması açısından bilim kurgu sinemasında ideolojik alt metni en etkin kullanan filmlerdendir.

1990’larda bu tür filmlerin tekrar ilgi görmeye başlamasının ardında ebola tipi virüslerin Afrika ve diğer gelişmekte olan bölgelerde ölümcül sonuçlar doğurmasıdır. Bu filmlerdeki yeni bir özellik ise salgına neden olan virüslerin aslen ABD tarafından biyolojik savaş amaçlı üretildiğine dair komplo teorilerinin bir anlatım öğesi olarak kullanılmasıdır12 Maymun (12 Monkeys, 1995) yine bu alanda başka bir öncül film olarak karşımıza çıkar. Virüs dünyayı çöküşe sürüklemiş, adeta yok etmiştir. Kurtulabilenler yeraltında zorluklarla yaşamlarını sürdürürler. Bilim insanları bu düzenin de sonuna yaklaşırken bir kişiyi (Bruce Willis) geçmişe gönderip salgına neden olan virüslü denek maymunların sokağa salınmasına engel olmak isterler. Filmin ana karakteri Cassandra Sendromu’ndan mustarip, dediğine inanılmayan ve meczup gözüyle bakılan (gelecekten geldiğini söyler ve akıl hastanesine kapatılır), sonunda da virüsün yayılmasına engel olmak için ölen biridir. Filmin sonunda kahraman ölür ve dünya kurtulur.

12 Maymun filminin pandemi sonrası dünyası izole ve karanlıktır.

1995 yapımı Tehdit (Outbreak) ise küreselleşme korkusunun sıklıkla ifade edildiği bir filmdir. Dustin Hoffman’ın oynadığı bilim insanı karakter ABD ordusunca biyolojik silah olarak üretilen virüsün yayılmasını önlemeye çabalar ve devlete karşı vatandaşın yanında yer alan bir ideolojik duruşa sahiptir. Bill Clinton döneminin demokratik-liberal tandanslı filmlerinin yaygın olduğu Hollywood’una uygun bir tavırdır bu. Filmin ilginç olan yanı virüsün yayılmasını takip eden bir anlatım yapısı taşımasıdır. Virüsün yolculuğu önce Afrika’da bir ormanda yakalanan bir maymunun gemi ile kaçak olarak Amerika’da bir evcil hayvan dükkânına satılmak istenmesi ile başlar. Ancak maymun satılamayınca ormana salınır. Bu arada maymunu getiren kişi virüsü uçaktakilere ve ABD’nin diğer ucunda yaşayan sevgilisine bulaştırır. Zincirleme olarak yayılan hastalığı yok etmek için yıllar önce ihlallerini örtbas etmek amacıyla Zaire’de bir köyü içindeki askerler ile birlikte yok eden hükümet güçleri, bu defa ABD sınırları içerisinde bir küçük şehri yok etmekten kaçınmadıklarını da gösterirler.

2011 yapımı Contagion ise kendinden önce gelen tüm salgın hastalık filmlerinin özelliklerini mükemmel bir biçimde birleştirir. Artık küreselleşme nedeniyle ulaşım kolay erişilebilir hale gelmiş ve seyahat yaygınlaşmıştır. Hem iş için hem de özel sebeplerle insanlar kıtalararası daha çok yolculuk ederler. Filmin ana karakteri Hong Kong’dan ABD’ye iş gezisi dönüşü yaptığı bir kaçamak ile hastalığı yayan bir iş insanıdır (Gwyneth Paltrow). Film bireysel olarak başlayan anlatımı küresel boyutlarda devam ettirir. Filmin anlatımı hastalığın geçtiği yerlerde paralel kurgu ile ilerlediği için küresel resmi görürüz. Bu anlatım bireysel ahlaki hata (sadakatsizlik) temelinde vahşi kapitalizmin bir semptomu olan küreselleşme ve yarattığı yaşam şeklini de suçlar. 

Salgın filminin farklı posterlerinde mesaj aynıdır: temastan korkun!

Bir de virüsü metafor olarak kullanan salgın-korku filmleri var. Bu filmlerin en önemli özelliklerinden biri virüsün insanları yaşayan ölülere çevirdiği öykü anlatımıdır. Diğer küresel salgın filmleri hastalığın yayılmasını gerçekçi yollarla yansıtırken, bu filmler fantastik anlatım yöntemleri kullanır. Bu tür filmlerin en bilinen örnekleri olarak Resident Evil28 Days LaterBusan Treni ve World War Z sıralanabilir.

Aslında bu tür filmlerin ilk örneği George A. Romero tarafından Yaşayan Ölülerin Gecesiadıyla 1967’de çekilmiştir. Romero 1978’de yaptığı Ölülerin Şafağı filminde esas olarak ABD’nin tüketim kültürünü eleştirir. Filmde bir alışveriş merkezinde yaşam savaşı vermekte olan son insanların mücadelesi anlatılır. Zack Synder’ın 2004’de yeniden çektiği filmde benzer biçimde kapitalist tüketim toplumunu eleştiren bir yapıdadır. Bir başka örnek olarak Resident Evilserisi de (2002-2017) 2000’li yıllarda tek kutuplu bir dünyada ABD’nin başını çektiği Çin ve Meksika gibi ucuz iş gücünün yaygın olduğu ülkelerde insanları başkalaştıran bir zombi virüsünün ortaya çıkışını anlatır. Zombi-virüs filmlerinin belki de günümüzdeki en etkili örneklerinden biri olan 28 Gün Sonrafilminde de akılda kalan unsurlar boş Londra sokaklarıdır. Filmde bir avuç insan yeryüzündeki son sağlıklı kişiler olarak kendilerini virüsten etkilenen ve saldırganlaşmış kabalıklardan korumaya çalışarak kurtarılmış bölgeye (sosyalist ütopya) ulaşmaya çalışırlar.

28 Gün Sonra’da boş kalan Londra sokakları.

Önümüzdeki günler bize ne gösterecek bilinmez ama yukarıda değindiğimiz salgın, virüs veya zombi temalı filmlerin tekrar ilgi görmeye başladığı, içinde bulunduğumuz belirsizliği konumlandırmak için sanata daha çok başvurduğumuzu söylemek mümkün. Unutmayalım ki filmler yer yer gerçekçi dahi olsalar hala kurgu dünyasının kurallarını barındırırlar. Gerçeğin ufak yansımalarına rağmen kurgu abartıyı ve basite indirgemeyi, kesitler sunmayı veya metaforları kullanarak hayata dair daha çok soru sorabilmemiz adına kendi kurgu gerçekliğini de içerir. Bir sinema eseri her zaman bilimsel temellere dayanmayabilir ve birer öngörü gibi görülmekten çok bir sistem eleştirisi, insana dair olası durumların analizi ve eğlence ürünü olarak algılanması daha faydalıdır. Koronavirüsün neden olduğu salgın bittiğinde filmlere öykü olan kapitalist sistemin daha çok sorgulanmasına ve belki de değişmesine neden olan yeni gelişmeler olup olmayacağını hep beraber göreceğiz.

Kaynakça

Konu ile akademik ilgilenenler için şu makaleyi tavsiye ederim: Christos Lynteris, “The Epidemiologist as Culture Hero: Visualizing Humanity in the Age of ‘the Next Pandemic’.”

Visual Anthropology, 2016, Cilt 29, No 1, ss. 36-53.

_______________________________________________________________________________________________

Murat Akser, Ulster Üniversitesi sinema bölümünde öğretim üyesidir. 2006-2014 yılları arası Kadir Has Üniversitesi’nde Sinema ve Yeni Medya bölümlerinde çalışmıştır. Akademik çalışmaları bağımsız sinema, medya ekonomi politiği ve alternatif gazetecilik üzerinedir.


Bu yazıya atıf için: Murat Akser, “Küreselleşme Korkusunun Vücut Bulması; Salgın Hastalık Filmleri”, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 3 Mayıs 2020, https://www.uikpanorama.com/blog/2020/05/03/kuresellesme-korkusunun-vucut-bulmasi-salgin-hastalik-filmleri/


Telif@UIKPanorama. Bu yazının tüm çevrimiçi ve basılı telif hakları Panorama dergisine aittir. Yazıda yer verilen görüşler yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, Panorama Yayın Kurulunu, dergi editörlerini ve diğer yazarları bağlamaz.