Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Kullanılan Yeni ve Bozucu Teknolojiler – Sıtkı Egeli
Rusya Federasyonu’nun Ukrayna topraklarını işgal etmek ve Ukrayna’nın egemen bir devlet olarak varlığına son vermek maksadıyla 24 Şubat 2022’de başlattığı savaşın siyasi, ekonomik, jeopolitik, stratejik, taktiksel ve operasyonel boyutları yoğun şekilde tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediyor. Bu yazıda, hakkında bazı yüzeysel haberlere ve yorumlara rastlanmakla birlikte, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Türk kamuoyu ve akademik çevrelerince pek irdelenmeyen bir veçhesine odaklanarak, çatışmaların başlamasından bu yana taraflarca kullanılan “Yeni ve Bozucu Teknolojiler”i (YBT) ele alarak, bunların etkinliği ve kısa-orta vadeli yansımalarını inceleyeceğiz.
Öncelikle, son yıllarda uluslararası güvenlik
çalışmalarının hemen her sahasında kendine giderek artan şekilde yer bulan YBT
kavramının tanımlanmasını ve içeriğinin belirlenmesi yerinde olacaktır. YBT
kavramındaki “yeni” olgusu, son dönemde süratli gelişmelerin kaydedildiği
ve/veya yakın gelecekte kritik ve çığır açıcı yeni gelişmelerin beklendiği
teknoloji alanlarına işaret etmektedir. “Bozucu” ifadesinden anlaşılması
gereken ise, devletler arasındaki caydırıcılık denklemleri, silahlar ile silahlanmanın
kontrolüne yönelik düzenlemeler ya da tırmanma ve kriz yönetimi konularında aşındırıcı
etkiler yaratarak, uluslararası dengeleri ve istikrarı olumsuz yönde etkileyebilecek
teknolojik gelişmelere atıf yapmaktadır.
Dolayısıyla YBT denildiğinde, gerçekten yeni olan
ve mevcut dengeler üzerinde bozucu etkiler yaratabilecek teknolojilerden
istifade eden silahlar ve saldırı imkanları ile bunları destekleyen sistemler
ve alt sistemler anlaşılmalıdır. Bir örnek vermek gerekirse, 2000’li yıllardan itibaren
ABD’nin kayda değer yatırım yaptığı füze savunması, Rusya ve Çin tarafından
kendi stratejik nükleer silahlarına yönelik bir tehdit olarak algılanmış ve bu algı
bir yandan yeni stratejik silah türlerine yönelimi ve dolayısıyla başat güçler
arasındaki silahlanma yarışını tetiklerken, diğer yandan da Anti-Balistik Füze
(ABM) ve Orta Menzilli Nükleer Silahlar (INF) gibi silahların kontrolüne
yönelik köşe taşı niteliğindeki anlaşmaların sonunu getirmiştir. Bu itibarla, füze
savunması birçok gözlemci tarafından YBT olarak görülmektedir.
YBT’nin tanımı nispeten açık ve kesin olduğu halde,
hangi teknolojilerin, hangi silahların ve hangi yeteneklerin YBT kapsamına
dahil edilmesi gerektiğine dair savunma ve savunma sanayii çevrelerinde,
akademik camiada ve siyaset yapıcılar arasında fikir birliği yoktur. Zira,
hangi teknolojilerin bu kriterleri karşıladığı sübjektif bazı çıkarım ve
varsayımlara dayanmaktadır. İlaveten, incelenen her bir teknolojinin gelecekte alabileceği
şeklin ve potansiyelinin önceden kestirilmesinde belirsizlikler olduğu gibi, yeni
teknolojilerin birçoğunu çevreleyen gizlilik perdesi de kesin yargılara
varılmasını ve geleceğe yönelik çıkarımlarda bulunulmasını güçleştirmektedir. Tablo-1’de,
son dönemde gerek akademik çevreler gerekse NATO ve Avrupa Birliği gibi
örgütlerce hazırlanan bazı rapor ve çalışmalara göre YBT niteliği taşıdığı iddia
edilen teknolojiler listelenmiştir. Görüleceği üzere, YBT muamelesi görmeye
aday teknolojiler büyük çeşitlilik gösterdiği gibi, bunların hangilerinin YBT
olarak değerlendirilmesi gerektiği üzerinde de bir uzlaşı bulunmamaktadır.
Tablo-1: Muhtelif çalışmalara göre Yeni ve Bozucu Teknolojiler.
FAS Special Report | NATO STO Report | EUNPDC Paper |
KCL Weapons of Mass Distortion |
Hipersonik | Hipersonik | Hipersonik | Hipersonik |
Siber tehditler | Ağ Operasyonları | ||
Yapay Zekâ & Büyük Veri Analizi | Yapay Zekâ | Yapay Zekâ & Otomasyon | Yapay zekâ destekli siber saldırılar |
Veri | |||
Otonom sistemler | Robot kümeleri | ||
Uzay |
Uzay ve Karşı-Uzay |
Küçük uydular, RPO, uydusavar | |
Yüksek güçlü lazerler | Yönlendirilmiş enerji | ||
Tepeden ısrarlı algılama | Yapay zekâ destekli algılama | ||
Deepfake | |||
Kuantum | |||
Yeni malzemeler ve imalat | |||
Biyoteknoloji ve insan iyileştirme | |||
Füze savunması |
Bu tabloya şubat ayından bu yana devam eden Rusya-Ukrayna
Savaşı açısından bakıldığında, son dönemde birçok örgüt ve araştırmacı
tarafından YBT olarak nitelendirilen teknolojiler ve yeteneklerden üçünün Rusya
veya Ukrayna tarafından sahaya sürüldüğü görülmektedir. Belki daha da önemlisi,
bahse konu üç teknoloji veya kabiliyetin, iki devlet arasında vuku bulan büyük
çaplı bir konvansiyonel çatışmada ilk kez olarak kullanılıyor olmasıdır. Söz
konusu üç YBT; i) hipersonik silahlar, ii) siber saldırılar ve iii) karşı uzay olup,
bunların her birinin Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamındaki kullanım şekli, etkinliği
ve bu kullanımın kısa-orta vadedeki olası yansımaları takip eden alt
başlıklarda ele alınacaktır.
Hipersonik silahlar
Hipersonik silah terimi, ses hızının beş misli ve
üzeri süratlerde yol alabilen füzeler için kullanılmakla birlikte, bu
kategorideki füzelerin gerçek ayırt edici özelliği, isimlerini borçlu oldukları
yüksek süratlerinden ziyade, uçuşları sırasında manevra yapabiliyor olmalarıdır.
Yoksa İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kullanılmakta olan balistik füzeler de
ses hızının beş, on, hatta yirmi beş mislini bulan süratlere ulaşabilmektedir. Fakat
balistik füzeler uçuşlarını önceden öngörülebilir parabol şeklindeki “balistik”
bir uçuş hattı boyunca gerçekleştirdiklerinden, başka bir ifadeyle
ateşlendikten sonra manevra yapamadıklarından, hipersonik silah olarak nitelendirilmiyorlar.
Benzer şekilde, tespit edilmeden hedeflerine ulaşabilmek için radarların görüş
alanının altındaki alçak irtifaları tercih eden seyir füzeleri de ani manevra
yapabildikleri halde, görece yavaş uçtuklarından hipersonik silah kategorisine
dâhil edilmiyorlar. Bu itibarla hipersonik silahlar, balistik füzelerin yüksek
sürat avantajı ile seyir füzelerinin manevra yaparak hava ve füze savunma
önlemlerini atlatabilme avantajını birleştiren farklı bir füze kategorisi
olarak nitelenebilir.
Son 20 yılda ABD’nin füze savunma alanında
kaydettiği teknolojik sıçramaların, kendi stratejik nükleer füzelerinin
caydırıcılığı üzerindeki aşındırıcı etkisini telafi etmek isteyen Rusya
Federasyonu, ABD’nin füze savunma sistemlerini etkisiz kılma potansiyeline sahip
hipersonik silahlara en büyük ve en erken yatırım yapan devletlerin başında
gelmektedir. Nitekim Rusya, bu alanda ABD ve Çin’i geride bırakarak son beş
yılda üç ayrı sınıfta hipersonik füzeyi envanterine dahil eden ilk devlet
olmuştur. Bunlar, kıtalararası balistik füzelerce taşınan nükleer başlıklı Vanguard,
hipersonik bir seyir füzesi olan Zirkon ve İskender taktik balistik
füzesinin uçaktan fırlatılabilen bir türevi olan Kinzhal’dır. Rusya-Ukrayna
Savaşı’nın başlamasından yaklaşık üç hafta sonra Mig-31K uçağından ateşlenerek
Ukrayna’daki bir mühimmat deposunu hedef alan bir Kinzhal füzesi, hipersonik
silahların harp tarihindeki ilk operasyonel kullanımı olmuştur. Takip eden aylarda Rusya’nın Ukrayna’daki
hedeflere bir düzineden fazla Kinzhal füzesi ateşlediği rapor edilmiştir.
800 kilometrelik uçuş menziline sahip Kinzhal
füzesi, kendini taşıyan uçağın ateşleme anına kadar kat edebileceği azami
mesafe de hesaba katıldığında 2,000 kilometre menzile sahiptir. Klasik hassas güdümlü mühimmata kıyasla en önemli ayırt edici niteliği, hedefine çok kısa sürede ve çok yüksek süratle
(Rus kaynaklarına göre ses hızının 10 misli, bağımsız kaynaklara göreyse 6
misli) ulaşması ve uçuşu boyunca sık sık irtifa ve yön değiştirerek hem
hedefini son ana kadar belli etmemesi, hem de füze savunma sistemlerini atlatabilmesidir.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Kinzhal füzelerinin hedeflerine yüksek isabet
hassasiyetiyle ulaştıkları, dolayısıyla üzerlerine düşen görevi başarıyla yerine
getirdikleri kabul edilmekle birlikte, Rusya’nın füze savunma sistemlerine
sahip olmayan Ukrayna karşısında, ayırt edici özelliği füze savunma sistemlerini
atlatmak olan Kinzhal gibi hem çok pahalı hem de stoklarda sadece birkaç
düzinesinin mevcut olduğuna inanılan bir silahı niçin tercih etmiş olabileceği sorusu
cevaplanmaya muhtaçtır.
Öne çıkan açıklamalardan ilki Rusya’nın bu savaşı,
daha önce Suriye’de yaptığı gibi, yeni geliştirdiği silahlar için test sahası
olarak kullandığıdır. İkinci açıklama, Rusya’nın normalde bu tür hedeflere
karşı kullanması beklenen yüksek isabet hassasiyetine sahip modern seyir füzesi
ve balistik füze stoklarını büyük oranda tükettiği ve NATO’ya karşı asgari
stratejik stoklarını muhafaza edebilmek için bir yandan Soğuk Savaş döneminden
kalma eski ve isabet hassasiyeti çok düşük seyir füzelerini kullanıma sürerken,
diğer yandan da Kinzhal gibi değerli ama daha güvenilir silahlarını kullanmaya mecbur kaldığıdır. Bununla bağlantılı olarak, ABD kaynaklarınca yüzde
60’a varan oranlarda başarısız olduğu ve hedeflerini vuramadığı iddia edilen
modern Rus seyir füzeleri yerine, kritik önemdeki hedeflere karşı daha
güvenilir ve garantili bulunan Kinzhal füzelerinin tercih edildiği düşünülebilir. Olası bir diğer açıklama ise, Rusya’nın envanterindeki
en yeni ve ses getirecek silahları kullanıma sürerek, Ukrayna halkı üzerinde
baskı oluşturmayı ve kendi halkına moral vermeyi hedeflediği ve/veya NATO’ya karşı
yeni silah tiplerine, hatta nükleer silahlara başvurarak savaşı tırmandırmaktan
çekinmeyeceği mesajını vermeye çalışması olabilir.
Öte yandan, hipersonik silahların Rusya-Ukrayna
Savaşı’nda ilk kez kullanılmasının, savaşın seyri ve şu ana kadarki sonuçları
üzerinde hiçbir kayda değer etki yaratmadığı da burada belirtilmelidir. Dolayısıyla
taktiksel, operasyonel ve stratejik açılardan ele alındığında, son yıllarda bir
YBT olarak hipersonik silahlar etrafında şekillenen uyarılar ve kaygılar büyük
oranda boşa çıkmıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın
özel şartlarının etkili olduğu ve Ukrayna’nın zaten sahip olmadığı füze savunma
kabiliyetinin alt edilmesi için hipersonik füzelere ihtiyaç duyulmadığı
gerçeğinin altı çizilmelidir. Diğer taraftan, görece gelişmiş füze savunma
yeteneklerine sahip ABD, İsrail ve Japonya gibi devletler ile envanterine
hipersonik silahlar dahil edebilecek olası ülkeler arasındaki kriz ve çatışma
senaryolarında, hipersonik silahların varlığının kayda değer,
istikrarsızlaştırıcı ve tırmandırıcı rol oynayabileceği göz ardı edilmemelidir.
Ayrıca bu kategorideki silahların son yıllarda sadece ABD, Rusya ve Çin gibi başat
güçler değil, Fransa, Hindistan, Japonya, Avustralya, Kuzey Kore ve İran gibi
diğer pek çok devlet tarafından da geliştiriliyor olması, gelecekteki hem
stratejik hem de bölgesel çatışmalarda hipersonik silahlara sıklıkla
başvurulabileceğine işaret etmektedir. Sonuç itibarıyla, Rusya-Ukrayna Savaşı
sayesinde, hipersonik silahlar artık geleceğe yönelik fütüristik bir teknoloji
ve kavramsal bir düşünce olmaktan çıkarak, modern savaş alanlarının elle
tutulur askeri güç unsurlarına dönüşmüştür.
Siber saldırılar
Devletlerin ve devlet dışı oyuncuların siber
ortamdaki muhtelif işlevleri yerine getirmekte ve veri depolamakta kullandıkları
donanım, yazılım ve ağların etkinliğinin azaltılması, bunların işlev ve
içeriklerine zarar verilmesi, kesintiye uğratılması, bunlara erişimin
engellenmesi ve/veya veri içeriklerinin ele geçirilmesine yönelik siber ortamdaki
saldırılar, 2000’li yıllardan bu yana uluslararası güvenlik gündeminin öncelikli
konuları arasında yer almaktadır. 2007’deki Rusya-Estonya gerginliği, 2008
Rusya-Gürcistan Savaşı, 2010 yılında İran’ın uranyum zenginleştirme altyapısına
yönelik Stuxnet saldırısı ve 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından işgaline eşlik eden
siber ortamdaki manipülasyon ve müdahaleler göz önüne alındığında, siber
saldırıların aslında yeni bir olgu olmadığı, dolayısıyla artık YBT tanımına
uymadığı bile iddia edilebilir. Buna karşılık, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda her iki
tarafça da başvurulan siber saldırıların yoğunluğu ve ayrıca bu saldırıların
iki devlet arasındaki konvansiyonel bir çatışmanın doğrudan uzantısı ve
tamamlayıcısı olarak ilk kez sahaya sürülmüş olması önemli bir dönüm noktasına
işaret etmekte, bu itibarla detaylı şekilde incelenmeyi hak etmektedir.
Bu kapsamda dikkat çeken hususlardan ilki, Rusya’nın
Ukrayna’ya yönelik siber saldırılarının etkileri ve sonuçlarının bariz şekilde
gözlemlenmemiş olması sebebiyle, Rusya’nın çok korkulan siber savaş potansiyelini
Ukrayna’ya karşı kullanmaktan imtina ettiği izleniminin oluşmuş olmasıdır. Halbuki, savaşın ilerleyen evrelerinde kamuoyuyla
paylaşılan yeni bilgiler sayesinde artık kuşku duyulmayan gerçek, Rusya’nın sadece
konvansiyonel askeri saldırısını başlattığı 24 Şubat’ta ve takip eden günlerde değil,
24 Şubat’ın birkaç gün öncesinden başlayarak bugüne kadar görülmemiş yoğunlukta
siber saldırı faaliyeti içerisine girdiği
ve elindeki imkanları sonuna kadar kullanmayı
denediğidir. Bu yönüyle, Rusya’nın
siber saldırıları konvansiyonel askeri harekatının hazırlayıcısı ve
tamamlayıcısı olarak kullanmış olması, siber güvenlik uzmanlarının uzun süredir
uyardıkları gelecekteki konvansiyonel savaşların siber saldırılarla başlayacağı
öngörüsüyle örtüşmektedir. Buna karşılık, uluslararası
güvenlik çevrelerinin uzun zamandır gündeminde bulunan siber felç veya ‘Siber
Pearl Harbor’ kehanetleri gerçekleşmemiştir. Rusya’nın bir savaş durumunda
Batılı devletleri siber saldırılarla dize getirebileceği uyarıları boşa
çıkmıştır. Zira Rusya’nın konvansiyonel askeri kuvvetlerinin sergilediği zayıf
performansın bir benzerinin siber ortamda yaşandığı ve siber saldırılarının 2/3’ünün
başarısızlıkla sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Başarılı olan 1/3 oranındaki siber saldırı ise harekât
alanındaki gelişmelerle eşgüdüm içerisinde yürütülmemiş, siber boyutta yaratılan
fırsatlar fiziki savaş alanında avantaja çevrilememiş, dolayısıyla Rusya’nın
çekinilen siber harp performansı ortalamanın altında kalmıştır.
Fakat Rusya’nın siber saldırılardan umduğu
sonuçları alamamasında denklemin sadece Rusya ayağı değil, Ukrayna ve Batı
ayağındaki değişikliklerin de önemli rol oynadığı unutulmamalıdır. Çünkü Ukrayna
ile destekçisi Batılı ülkelerin Kırım’ın 2014’teki işgalinden bu yana geçen
zamanı iyi değerlendirerek, Rusya’nın siber saldırı potansiyelini etkisiz
kılacak tedbirleri almış oldukları anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, siber
saldırılar karşısında ülkesel direncin (resilience) tesis edilmesi sayesinde,
Rus siber saldırılarının yarattığı açıklar ve kesintilerin neredeyse anında giderilebildiği
görülmektedir. Örneğin savaşın başlamasından bir gün önce Rusya, FoxBlade
zararlı yazılımıyla Ukrayna devlet kuruluşlarının internet ortamındaki verilerini
silmeyi başardığı halde, gerekli yedeklemelerin yapılmış olması sayesinde
kaybedilen veriler süratle yerine konabilmiştir. Benzer şekilde, Ukrayna’nın haberleşme ve internet
hizmetleri, Rus birliklerinin ortak sınırı geçtiği saatlerde bir dizi siber
saldırıyla durma noktasına getirilmiş, fakat telafi edici önlemlerin derhal devreye
sokulmasıyla süratle ayağa kaldırılmıştır. Bir diğer çarpıcı örnekte, Ukrayna
ordusunun kullandığı KA-ASAT haberleşme uydusuna erişim sadece Ukrayna değil,
tüm Orta ve Doğu Avrupa’da kesintiye uğramış, ama uydunun sahibi olan Amerikan
Viasat firmasının saatler içerisinde geliştirip devreye soktuğu yazılım güncellemesi
sayesinde siber müdahale etkisiz kılınarak erişim tekrar sağlanmıştır. Savaşın sadece öncesi ve ilk evresinde değil,
takip eden evrelerinde de Rusya’nın siber saldırılarının hız kesmeden devam ettiği
anlaşılmaktadır. Sadece mart ayı içerisinde tespit edilen siber saldırı sayısı 120’nin üzerindedir. Ama yine de Rus siber saldırılarından önemli ve
kalıcı sonuç alınamaması durumu bugüne kadar devam etmiştir.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda siber savaş bağlamında
altının önemle çizilmesi gereken bir diğer önemli gelişme, 2014 yılındaki
gelişmelerden farklı olarak, Ukrayna’nın çaresiz kalmak bir yana, Rusya’ya
karşı etkin siber saldırı ve engelleme faaliyeti içerisine girmesi ve günler
içerisinde Rusya’yı siber ortamdaki mücadelenin zararla çıkanı konumuna düşürmesidir.
Ukrayna’nın devasa boyutlara ulaşan siber savunma ve saldırı faaliyetleri,
silahlı kuvvetleri bünyesindeki uzman personel ve Ukrayna’nın görece gelişmiş
bilişim sektörünün yanı sıra, Dünya’nın dört bir yanından Ukrayna’ya destek veren
gönüllü internet korsanlarınca yürütülmektedir. Ukraynalı yetkililer bu gönüllüler ordusuna
belli zaman dilimlerinde belli hedefler göstermekte, devamında gerçekleşen ve
kitlesel hedef alma (crowd targeting) sonucunda, Rusya’nın ağırlıklı
olarak resmî kurumlarınca yürütülen internete dayalı faaliyetleri akamete
uğratılmakta, ayrıca Rus devlet kurumları ve şirketlerine ait her türlü veri
ele geçirilerek internet üzerinden paylaşıma açılmaktadır. Moskova’nın kendi siber
saldırılarına ayırabildiği kaynakları da ciddi olarak sınırlayan bu saldırılar
karşısında, Rusya yurtdışıyla internet trafiğini kısıtlamak zorunda kalmıştır.
Rusya’ya karşı yürütülen siber saldırılar, sadece
Ukrayna tarafından veya gönüllü korsanlarca yürütülmemekte, NATO, ABD ve Ukrayna’ya
destek veren diğer devletlerin de ellerindeki siber saldırı imkanlarını Ukrayna’nın
yanında Rusya’ya karşı devreye soktukları düşünülmektedir. NATO, savaşın
başlamasından önceki aylarda bazı Doğu Avrupa ülkelerine siber timler
konuşlandırmış olmasının ötesinde, siber alanda Ukrayna’ya verdiği destekle
ilgili son derece temkinli bir söylem benimseyerek kamuoyuyla bilgi paylaşmaktan kaçınmaktadır. Buna karşılık ABD’li yetkililer, daha önce hiç
yapmadıkları bir şeyi yaparak, ABD Siber Komutanlığı personelinin Aralık
2021’de Ukrayna’da göreve başladığını ve ABD’nin Rusya’ya yönelik siber harp faaliyetlerinin
sadece savunma değil, saldırı boyutunu da içerdiğini resmen açıklamışlardır. Başka bir deyişle, Rusya karşısındaki siber
mücadelenin, Ukrayna’nın tek başına yürüttüğü bir mücadele olarak değil, en
azından ABD ve diğer bazı NATO üyelerinin iş birliğiyle yürütülen bir mücadele
olarak görülmesi gerekir. Varılan bu sonuç, Rus siber saldırılarının uğradığı
başarısızlığı ve Rusya’nın siber saldırıların kurbanı haline gelmiş olmasını açıklıyor
olabilir. Eklenmesi gereken bir diğer önemli not, Rusya’nın siber
saldırılarının sadece Ukrayna’yı hedef almadığı, başta ABD, Polonya, Baltık ülkeleri,
İsveç ve Finlandiya olmak üzere toplam 42 ülkedeki hedeflere yönelik yüzlerce Rus
siber saldırısının tespit edilmiş olmasıdır.
Sonuç itibarıyla, Rusya-Ukrayna Savaşı sayesinde siber
saldırıların savaşın fiziki boyuttaki seyrini ve sonucunu belirleyecek veya bazılarınca
iddia edildiği üzere oyunun kurallarını kökten değiştirecek askeri bir yetenek türü
olmadığı anlaşılmıştır. Özellikle tarafların siber saldırılar karşısında belli
bir hazırlık seviyesinde olduğu askeri çatışma senaryolarında, hedefler üzerinde
fiziki hasar yaratan bombaların ve füzelerin siber silahlardan çok daha kullanışlı
ve etkisi kesin savaş araçları olduğu bu vesileyle teyit edilmiştir.
Karşı Uzay
İngilizcedeki ‘counter-space’ terimine
karşılık olarak kullanılan ‘karşı uzay’ kavramı, Dünya’nın yörüngesindeki
uydulara zarar vermeye, bunların hizmetlerini geçici veya kalıcı olarak
aksatmaya yönelik girişimleri içermektedir. Bu kapsamda, salt uydulara yapılan
taciz, engelleme ve saldırılar değil, bu uyduların bağımlı olduğu yerküre
üzerindeki altyapı unsurlarına yönelik müdahaleler ve ilaveten uydular
üzerinden sağlanan haberleşme, keşif, takip ve gözetleme ve konum tespiti gibi çok
geniş bir yelpazeye yayılmış hizmetlerin engellenmesine yönelik girişimler de
karşı uzay çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Uydulara yönelik girişimler dendiğinde ilk akla
gelen uydusavar silahlara (anti-satellite – ASAT), yani yeryüzünden
yörüngedeki uydulara doğru fırlatılan füzelere ABD, Çin ve Hindistan’ın yanı
sıra Rusya Federasyonu da sahiptir. Hatta Rusya bunlardan birisini Kasım 2021’de
yörüngedeki kullanım dışı bir uydusunu vurarak denemiştir. Ayrıca, yörüngeye yerleştirilecek uzay
araçlarıyla uydulara zarar verilmesi veya uyduların hizmetlerinin kesintiye
uğratılması mümkün olup, Rusya bu yetenekte uzay araçlarına da sahiptir. Buna karşılık, Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında
Moskova, uzaydaki uyduları doğrudan hedef almaktan kaçınmış, yerine bu
uydulardan Ukrayna’ya gönderilen sinyalleri bastırmaya çalışmış ya da uyduların
karasal altyapı ve/veya terminallerine yönelik siber ve elektronik harp saldırılarında
bulunmuştur. Başka ülkelerin uydularına yönelik bu türden taciz ve engellemelere
daha önce rastlandığı halde, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırıları, iki
devlet arasındaki bir savaşta uzay üzerinden sağlanan hizmetlere yönelik harp
tarihindeki ilk örnekleri teşkil etmektedir.
Açık kaynaklara yansıdığı kadarıyla, en az üç Rus karşı
uzay girişimi gerçekleşmiştir. Bunlardan ilkine daha önce siber saldırılar alt
başlığı altında değinilmiş olup, Doğu Avrupa’ya hizmet veren KA-ASAT haberleşme
uydusunun karasal altyapısı ve uzantıları, Rus ordusunun Ukrayna’ya girmesinden
birkaç saat önce siber müdahaleyle hizmet dışı bırakılmıştır. Ukrayna’nın yanı
sıra Doğu ve Orta Avrupa’daki kullanıcıları da uydu erişiminden mahrum bırakan
bu saldırı, uyduyu işleten ABD Viasat firmasının farklı bir yazılım sürümünü
devreye sokmasıyla kısa sürede etkisiz kılınmıştır. İkinci saldırı da ilkiyle neredeyse aynı zaman
diliminde gerçekleşmiş ve SpaceX firmasınca savaşın başlamasından önce Ukrayna
ordusuna hibe edilen Starlink uydu haberleşme mobil terminalleri, bazı
kaynaklara göre siber saldırı yoluyla, diğer kaynaklara göreyse elektronik harp
teknikleriyle, yani RF sinyalleri gönderilerek karıştırılmıştır. Bahse konu
saldırı da SpaceX firmasının büyük olasılıkla yazılım temelli önlemleri
sayesinde savuşturulmuştur.
Üçüncü kategori saldırıdaysa, uzaydaki ABD uydularından
gönderilen ve konum tespiti ile seyrüsefer ve hedef tayininde kullanılan
Küresel Konumlama Sistemi (GPS) sinyalleri, Rusya tarafından Ukrayna’nın belli
bölgelerine daha güçlü veya kirletilmiş sinyaller gönderilmesi suretiyle
karıştırılmıştır. Rusya, 2014’ten beri Karadeniz ve Baltık bölgelerindeki NATO
tatbikatları sırasında benzer karıştırma tekniklerine başvurmakta ve komşu
ülkelerin protestoları ile karşılaşmaktaydı. Dolayısıyla, GPS sinyallerine
yönelik bastırma ve kirletme girişiminin Ukrayna’da kullanılması sürpriz
olmamıştır. Buna karşılık, Rusya’nın uzaydan gelen GPS sinyallerini bastırma
konusunda sahip olduğuna inanılan ileri kabiliyetlerin, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın
seyri üzerinde fazlaca bir etki yaratmamış olması birçok gözlemci tarafından ilginç
bulunmuştur. Getirilen açıklamalar arasında öne çıkan, GPS’in Rus muadili Glonass
sistemine ait yeterli miktarda terminale sahip bulunmayan Rus silahlı
kuvvetlerinin de GPS sinyallerinden istifade ediyor olması sebebiyle, GPS’e
yönelik karıştırmanın asgari seviyede tutulduğu iddiasıdır. Getirilen diğer bir açıklama ise, Rusya’nın
diğer pek çok alanda olduğu gibi bu konudaki teknolojik kapasitesinin de beklendiği
kadar ileri olmadığı veya karıştırma sistemlerinin yerinin süratle tespit
edilip vurulmasından çekindiği için bunları aktif hale getirmediğidir.
Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında sahada gözlenen ve etkinliği
tartışmalı karşı uzay girişimleriyle ilgili yapılabilecek diğer bir gözlem de,
ABD ile Rusya’nın bu tür karşı uzay saldırılarına verecekleri yanıtın ne
olacağına dair caydırıcılık söylemlerinde meydana gelen değişiklik ve
kaymalardır. ABD’nin Soğuk Savaş yıllarından bu yana benimsemiş olduğu ve daha
yakın zamanda Trump Yönetimi’nce teyit edilen caydırıcılık söyleminde, uydulara
karşı nükleer olmayan silahlarla gerçekleştirilecek ve ABD’nin nükleer
komuta-kontrol-haberleşme kapasitesini tehlikeye sokacak saldırılara, ABD’nin nükleer
silah kullanarak karşılık vereceği uyarısında bulunulmaktadır. Halbuki Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından birkaç
hafta sonra Amerikalı yetkililer, konum tespit ya da haberleşme sinyallerinin
karıştırılması gibi kalıcı etkisi bulunmayan uydulara yönelik müdahaleleri
kabul edilebilir ve ‘rutin savaş faaliyetleri’ olarak gördüklerini açıklayarak,
uyduların kendisi değil ama sağladıkları hizmetlere yönelik saldırıları bir
bakıma normalleştirmişlerdir.
Savaşın başlamasından sonra bunun tam aksi yönde bir
pozisyona kayan Rus yetkililer ise, daha önceki yıllarda belirsiz olan uzaya
yönelik caydırıcılık pozisyonlarını sertleştirerek, uzaydaki uydulara erişimi engellemeye
yönelik girişimlerin Rusya tarafından casus belli, yani savaş sebebi sayılacağını
ilan etmişlerdir. Başka bir ifadeyle Rusya, Ukrayna’nın kullandığı
ABD mülkiyetindeki uydulara karşı kendisinin gerçekleştirdiği saldırıların
benzerlerinin Rus uydularına yapılmasını savaş sebebi sayılacağını ilan ederek,
kendi içerisinde tutarsız ve savunulması zor bir caydırıcılık düzlemine
kaymıştır. Bu tepkinin altında, normalde askeri nitelikli saldırılar
karşısındaki direncinin düşük olması beklenebilecek Batılı ülkelere ait ticari
uyduların bile, Rusya’nın saldırılarını ne denli kolaylıkla
savuşturabildiklerinin görülmüş olmasından kaynaklanan zafiyet algısı ve
kendine güvenin sarsılması olabilir. Nitekim Rusya’nın uzay faaliyetlerinin başındaki
yetkilinin, dünya genelinde uzayla uğraşan devlet ve özel sektör oyuncularının tamamının
artık sadece Rusya’nın düşmanları hesabına çalıştığını ifade etmiş olması, Rus siyaset
yapıcıların bu konuda duydukları öfke, yalnızlık ve kaygıların yansıması olarak
yorumlanabilir. Sonuç olarak, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın karşı
uzay boyutunun da daha önce incelenen diğer iki YBT’ye benzer şekilde, Rusya
açısından hiç de olumlu gözlemler ve dersler içermediği söylenebilir.
Sonuç ve dersler
Uluslararası güvenlik ile bilim ve teknoloji çalışan
araştırmacıların neredeyse tamamınca YBT niteliği taşıdığı kabul edilen
hipersonik silahlar, siber saldırılar ve karşı uzay, Rusya-Ukrayna Savaşı
vesilesiyle konvansiyonel bir çatışmada ilk kez sahne almıştır. Bu yönüyle, en
azından bahse konu üç YBT açısından gelecekteki savaşların kaçınılmaz parçası
olacağı yönündeki öngörü doğru çıkmıştır.
Buna karşılık, birçok araştırmacı tarafından
teknolojik imkanları görece ileri devletler arasındaki ilk büyük çaplı savaşta sahaya
sürüleceği kehanetinde bulunulan diğer bazı YBT’lerin, örneğin yapay zekâ
destekli otonom silahların kullanımına tanık olunmamıştır. İlaveten, hem yaygın
ve şiddetli siber saldırıların, hem de uzaydaki uydulara yönelik saldırı ve
engellemelerin, hedefteki devletin savaşma kapasitesini sekteye uğratacağı,
hatta o ülkedeki günlük yaşamı felce uğratabileceği uyarılarının da abartılı
olduğu anlaşılmıştır. Fakat bu çıkarımın gerek karşı uzay gerekse siber saldırılar
karşısında asgari tedbirlerini almış ve belli bir teknolojik potansiyeli haiz
devletler için geçerli olduğu, buna karşılık 2014 yılında Kırım’ın işgalinde
görüldüğü üzere, taraflardan en az birisinin yeterince hazırlıklı olmadığı çatışma
senaryolarında, karşı uzay ve siber saldırıların olumsuz etkilerinin çok daha
derin olabileceğinin altı çizilmelidir.
Hem karşı uzay hem siber saldırılar bağlamında dikkat
çekilmesi gereken bir diğer husus, bu iki mecrada gerçekleşen saldırıların
sadece hedefteki devletleri değil, savaşa taraf olmayan başka ülkelerdeki sivil,
askeri veya kritik altyapı kullanıcısını da olumsuz yönde etkilediğidir. Dolayısıyla,
bu iki YBT’nin en azından bugüne kadar kullanılagelmiş konvansiyonel harp silah
ve vasıtalarına kıyasla, devlet sınırlarını kolaylıkla aşma potansiyeli ve
tehlikesinin daha yüksek olduğu, dolayısıyla uluslararası güvenlik için bu
yönüyle de risk teşkil ettikleri vurgulanmalıdır.
Rusya-Ukrayna Savaşı, hipersonik silahların bir
savaşta ilk kez kullanımına sahne olduğu halde, aslında hipersonik silahlara
başvurulmasını gerektirecek şartlar mevcut olmadığından, bu kullanımın savaşın
seyri üzerinde herhangi bir etkisi olmamış, tırmandırıcı veya istikrarı bozucu
bir sonuç da ortaya çıkmamıştır. Diğer taraftan, özellikle füze savunma
kabiliyetine ve/veya nükleer harp başlıklarına sahip hasımlar arasındaki kriz
ve çatışma senaryolarında, hipersonik silahların istikrarsızlaştırıcı ve
tırmandırıcı etkilerine hala dikkat edilmesi gerekecektir. Ayrıca, hipersonik
silahların bundan böyle balistik füzeler ve seyir füzelerinin yanı sıra
gelecekteki savaşların olağan harp vasıta ve silahları arasında yer alması
beklenmelidir. Başat güçlere ilaveten, dünyanın önde gelen birçok bölgesel gücünün
de hipersonik silahları envanterlerine dahil etmekte olmaları da bu beklentiyi desteklemektedir.
Bu yazıya atıf için: Sıtkı Egeli, “Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Kullanılan Yeni ve Bozucu Teknolojiler” ,Panorama, Çevrimiçi Yayın, 01 Eylül 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/09/01/uk-ru/
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.
Dr. Sıtkı Egeli, 2015’ten bu yana İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Hava gücü, hava ve füze savunması, kitle imha silahları, nükleer caydırıcılık, uzayda güvenlik, silah ticareti ve kaçakçılığı gibi savunma, strateji ve bölgesel güvenlikle ilgili konularda yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış çalışma, makale ve kitapları mevcuttur. Boğaziçi Üniversitesi’nden siyaset bilimi lisans, Şikago Üniversitesi’nden lisansüstü, Bilkent Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler alanında doktora derecelerine sahiptir. Dış İlişkiler Şube Müdürü olarak görev yaptığı Savunma Sanayii Müsteşarlığı’ndan 1999’da ayrılmasını takiben, 2015’e kadar uluslararası bir danışmanlık şirketinde üst düzey yöneticilik yapmıştır.