Türkiye-İsrail İlişkileri Karşılarındaki Zorlu Dönemeçlere Dayanabilecek mi? – Karel Valansi



Türkiye ile İsrail ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Uzun süren bir diplomasi maratonundan sonra, 9 Mart 2022’de İsrail Devlet Başkanı Yitzhak Herzog’un Ankara ziyareti ile netleşen yakınlaşma, Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı için New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Yair Lapid’i bir araya gelmesiyle bir adım daha ilerledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aralık 2008’den bu yana ilk kez bir İsrail başbakanı ile görüşmesi bir yana, bu tarihin bir diğer sembolik anlamı da ikili ilişkilerdeki bozulmanın başlangıç noktasını oluşturmasıydı. O dönem Erdoğan Suriye ile İsrail arasındaki görüşmelerde kolaylaştırıcı rolünü bizzat üstlenmişti. Fakat 22 Aralık 2008’de Türkiye’yi ziyaret eden dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ülkesine dönüşünün hemen ardından Gazze’ye düzenlenen Dökme Kurşun Operasyonu, Türkiye-İsrail ilişkilerinde bugüne kadar süre gelen kopukluğun başlangıcı olmuştu.

Türkiye
ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden karşılıklı olarak en üst
düzeye çıkarılma ve büyükelçi atama kararları, ilişkilerde normalleşmenin
ulaştığı olumlu noktaya işaret ediyor. Fakat yakın geçmişte yaşananlar, iki
ülke ilişkilerinin 1990’lardaki müttefiklik düzeyine çıkmasının uzun ve meşakkatli
bir yol olacağını gösteriyor. Bu durumun ana sebebi kuşkusuz iki ülke arasında
oluşan güvensizlik ve şüphe. Bu durumu aşmak için güvenin yeniden inşa edilmesi,
bunun için de ciddi bir çaba harcanması gerekiyor. Unutmayalım ki, ikili
ilişkilerdeki normalleşme, birbirlerine güvendikleri için değil, her iki ülke
de buna ihtiyaç duyduğu için gerçekleşiyor.

Bu
arada, ikili ilişkilerin bozulduğu süreçte bölgesel dengeler İsrail lehine
değişti. Türkiye aldığı dış politika kararları nedeniyle bölgede kendini
yalnızlaştırırken, artarda gelen İbrahim Anlaşmaları, Doğu Akdeniz Gaz Forumu,
Negev Forumu ile bölge dengeleri İsrail lehine değişti. Artık bölgesine kendini
kabul ettirmiş, ekonomik ve askeri gücüne güvenen bir İsrail var. Bu durum
İsrail’in gözünde Türkiye’nin önemini azaltmasa da beklentileri konusunda elini
rahatlatıyor. Öte yandan, ilişkilerin normalleşme süreci ise hassas bir dengede
ilerliyor ve beklentilerin karşılanmaması elde edilen ivmeyi olumsuz yönde etkileyebilir.

Türkiye
ise bir süredir sürdürdüğü ideolojik temelli dış politika kararlarının uluslararası
alanda yalnızlaşmaya neden olduğunu ve haklı olduğu konularda dahi kendisini
destekleyecek ülke bulamadığının ayırdına vardı. Özellikle İbrahim Anlaşmaları
ile bölgede yaşanan büyük değişime başta ayak uyduramamışsa da son birkaç
yıldır ilişkilerinin bozuk olduğu İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan
ve Mısır gibi bir çok ülkeye yönelik açılımlarda bulundu. Bu şekilde oluşacak bölgesel
yakınlaşmalar ile hem güvenliğine yönelik tehditlere karşı destek bulmayı, hem
de ekonomik kriz sürerken yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmeyi amaçlıyor. İsrail ayrıca
Türk devlet erkanının algısında her zaman Washington’a açılan bir yol olarak
görülmüştür. Bu çerçevede Ankara özellikle ABD’den yeni nesil F-16 uçaklarının
alımı ve eldekilerin yenilenmesi konusunda İsrail’in ve Amerikan Yahudi
lobisinin desteğine ihtiyaç duyuyor. İsrail ile ilişkilerin en kötü döneminde
bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan Yahudi lobi kuruluşlarıyla bir araya
gelip ilişkileri sıcak tutmaya çalışmasını bu açıdan okuyabiliriz. Doğu
Akdeniz’de kurumlaşan ittifakın da dışında kalan Türkiye, İsrail ile
normalleşme sayesinde bölgede hasım gördüğü Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin
tezlerine karşı Doğu Akdeniz’deki konumunu güçlendirmek istiyor. Son olarak, enerji
konusunda bölgesel bir hub olmayı
arzulayan Ankara, İsrail doğalgazının kendi üzerinden Avrupa’ya aktarılmasını da
istiyor.

İsrail açısından Türkiye
önemli bir bölgesel güç. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin
normalleşmesi hem bölgesel istikrarı sağlamak hem de İsrail’in uluslararası
konumu için önemli. İsrail için Türkiye ile işbirliğini geliştirmek, varoluşsal
bir tehdit olarak gördüğü İran’a karşı da önemli bir kazanç olarak
değerlendiriliyor. Nitekim, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmadan
rahatsız olan Tahran’ın, Türkiye’de bulunan İsraillilere yönelik bir terör
saldırısı hazırlığındayken Türk-İsrail istihbarat ortaklığıyla durdurulması ise
-İran’ın hedefinin tersine- iki ülke arasındaki normalleşmeyi hızlandıran unsur
oldu. İsrail’in bir diğer öncellikli tehdit olarak gördüğü Hamas’a Türkiye
aracılığıyla baskı yapma isteği de gizli değil. İstanbul’daki Hamas ofisinin
kapatılmasını isteyen İsrail, New York’taki buluşmada da Hamas’ın elindeki
İsraillilerin ülkelerine dönmelerinin öneminden bahsederken, bu konuda
Ankara’nın arabuluculuğunu talep ettiğini varsayabiliriz.

Enerji normalleşmenin
fitilini yakan ancak en büyük sorunun yaşanacağı konu olabilir. Doğalgazın
bulunmasıyla bölgesel bir enerji aktörüne evrilen İsrail, bu durumu diplomatik
bir kart olarak da kullanıyor. Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile oluşan ittifak
sayesinde sadece enerji konusunda değil, ilgili ülkelerle birçok farklı konuda
işbirliğinin de kapıları açıldı. İsrail kazandığı bu ivmeyi, Türkiye-Yunanistan
arasında yeniden yükselen gerilime taraf olarak kaybetmek istemeyecektir. Bu
nedenle enerji konusunda birçok seçeneği açık tutarken, her iki ülke (ve Kıbrıs
Rum Kesimi) ile ilişkilerini dengede tutmaya özen gösterecektir. 

Ticaret ise her iki
ülkenin üzerinde anlaştığı konu. İlişkiler durma noktasına geldiğinde dahi
siyaset ile ekonomiyi birbirinden ayırabilen Türkiye ve İsrail’in hali hazırda
8 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var. Birbirlerini tamamlayan ekonomileri
olan ve bu açıdan rakip olmayan iki ülkenin ticaret hacminin siyasi normalleşme
ile daha da artması bekleniyor. Her ne kadar İsrail son yıllarda Hindistan,
Brezilya gibi bir çok büyük ekonomiyle ilişkilerini arttırmışsa da bu durum coğrafi
olarak yakın ve büyük bir pazar olan Türkiye’nin özel konumunu değiştiremedi.

İki ülkenin ilişkilerindeki
normalleşmenin önündeki en önemli engel ise Filistin konusu. Ankara, İsrail ile
ilişkilerinin bozulmasının ardından denge politikasından vazgeçmiş, İsrail ile
Filistinliler ve El Fetih ile Hamas arasında taraf olmuştu. Zaman zaman antisemitizme
ulaşan İsrail karşıtı söylemlerin artık pek dile getirilmiyor olması ile iki
ülke arasındaki yakınlaşmanın Filistinlilerin de yararına olacağı söyleminin öne
çıkarılması, ikili ilişkileri bu konudan ayırmaya çalışma çabası olarak
yorumlanabilir. Zaten, her konuda anlaşamasalar bile diyalogun devam ettirilmesi
ve sorunların karşılıklı konuşarak çözülmeye çalışılmasına yönelik mekanizmalar
kurma kararı, Herzog’un Ankara ziyaretinin en önemli çıktısıydı.

Önümüzdeki dönemde, karşılıklı
olarak büyükelçilerin göreve başlamalarının ardından, iki ülke arasında
1990’lardan kalan anlaşmaların gözden geçirilmesi ve günümüz şartlarına
uyarlanmaları gerekiyor. Sivil havacılık konusunda çalışmalar başladı bile. İsrailli
havayolu şirketlerinin yeniden Türkiye’ye uçmaya başlamaları, Türk Hava
Yolları’nın İsraillilerin tercih ettiği ilk yabancı ülke havayolu şirketi olması,
bu konudaki gelişmelerin hızlı ilerleyebileceğini gösteriyor. Aynı şekilde iki
ülke arasında 1996 yılından kalma serbest ticaret anlaşmasının yenilenmesi de
gerekiyor. İki tarafın düzenlenecek ekonomik bir zirvede bir araya gelmesi bu
konudaki gelişmeleri hızlandırabilir. Öte yandan, ikili ilişkilerde Türkiye’nin
enerji, İsrail’in ise ticaret konusunu ön plana çıkardığı akılda tutularak
temelsiz beklentiler içine girilmemesi ve duygusal çıkışlardan uzak durulması
gerekiyor. Enerji ve ticaret dışında ulaştırma ve turizm de iki ülke arasında
geliştirilebilecek sektörler olarak öne çıkıyor.

Türkiye ile İsrail’in daha
önce müttefiklik düzeyinde ilişkiler kurabilmiş olmaları ve ilişkilerin alt üst
olduğu yıllarda dahi insani konularda birbirlerinin yardımına koşmuş olmaları,
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin geleceği konusunda umutlu olunmasını
sağlıyor. Yine de, iki ülke arasında hasar alan güvenin yeniden tesis edilmesi,
bozmaktan daha meşakkatli ve uzun sürecek. Karabağ ve Ukrayna savaşlarında
benzer pozisyonlar alan Türkiye ve İsrail, Suriye konusunda da işbirliği
yapabilirler. Fakat bu durum İsrail açısından İran’ı sıkıştırma politikası olarak
desteklenecekken, Türkiye’yi İsrail ile İran arasında bırakma tehlikesini
taşıyor.

Öte yandan her iki ülke
de seçimlere hazırlanıyor. İsrail’de ikili ilişkilerin bozulmasının ana sebebi
olarak Erdoğan gösterilirken, İsrail’deki seçimlerde Netanyahu’nun yeniden
seçilme olasılığı normalleşmeyi durdurmasa bile, Erdoğan ile Netanyahu
arasındaki anlaşmazlığı hatırlayınca, basına yansıyan samimi pozların
azalacağını söyleyebiliriz. Son olarak, Ukrayna savaşı, Avrupa’daki enerji
krizi veya Gazze’de yeniden alevlenecek bir çatışma, ikili ilişkilerin
dayanıklılığını test edecek, hassas bir çizgide devam ettirilen ilişkileri
zorlayabilecektir.

Karel Valansi, İstanbul Kültür Üniversitesi

Karel Valansi, T24 ve Şalom Gazetesi’nde Orta Doğu ve dış politika ağırlıklı analizler yapan bir köşe yazarı ve İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir. Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora çalışmalarına devam eden Valansi’nin Türkiye-İsrail ilişkileri konusundaki ilk kitabı “The Crescent Moon and The Magen David, Turkish-Israeli Relations Through the Lens of the Turkish Public” 2018 yılında Hamilton Books tarafından yayınlandı. Dış Politikada Kadınlar inisiyatifi üyesi olan Valansi’ye @karelvalansi twitter hesabından, yazılarına karelvalansi.com’dan ulaşabilirsiniz.


Bu yazıya atıf için:  Karel Valansi, “Türkiye-İsrail İlişkileri Karşılarındaki Zorlu Dönemeçlere Dayanabilecek mi?” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 24 Ekim 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/10/24/kv/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.