Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceği – Sinem Akgül Açıkmeşe
Türkiye
ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki genelde inişli, nadiren de çıkışlı
ilişkilerin temel sorununun güven eksikliği olduğu hem Avrupalı siyasiler ve
bürokratlar hem de Türk tarafınca uzun süredir dile getiriliyor. Hafızalarımızı
tazelersek, pek çok örnek arasından, 1997’de Orta ve Doğu Avrupa’daki on ülke
ve Kıbrıs ile Malta’nın aday ilan edildikleri Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’ye
adaylık statüsünün verilmemesi ile 2016’daki Göç Mutabakatı kapsamında verilen
sözlere rağmen AB üyelerinin Suriyeli göçmenlere kapılarını neredeyse tamamen
kapatmaları Türkiye tarafından hissedilen güvensizliklere örnek olarak
gösterilebilir. Türkiye’nin AB üyelik kriterleri kapsamındaki siyasi reform
sürecinden uzaklaşması ve demokratik gerileme içine girmesi ile Ukrayna Savaşı
esnasında Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmaması ise AB’nin Türkiye’ye neden
güvenmediğinin iki örneği olarak düşünülebilir.
Aradaki
güven bunalımı, Türkiye’deki muhalefet partilerinin dış politika yetkililerinin
ve akademisyenlerin içinde bulunduğu bir heyetin 25-26 Ekim 2022’de
Brüksel’deki AB kurumları yetkilileri ile yaptıkları temaslarda hem AB hem de
Türkiye’den katılımcılar tarafından yeniden vurgulandı. Muhalefet temsilcilerinin ana ve neredeyse ortak
mesajı, Türkiye’nin seçimlerin ardından yüzünü AB’ye döneceği ve AB üyelik
hedefi ile bu hedef için gereken demokratikleşme gündemine dönüşü içeren AB
katılım sürecinin önemli olduğu ve bunun karşılıklı güven krizinden kurtulmanın
ilk adımı olarak nitelendirebileceğiydi. Bu çerçevede düşünüldüğünde, Türkiye
ile AB arasındaki güven sorununun giderilmesi için gereken zihniyet dönüşümünün
unsurları şöyle ifade edilebilir:
Öncelikle,
Türkiye’de siyasi elit ve toplumsal güçlerin Avrupa Birliği genişleme
kriterleri olarak da tanımlanan evrensel değerlere ve AB müktesebatına uyum
sağlamanın kendilerinin tercihi ve toplumun genel iyiliği için olduğunu, AB’den
Türkiye’nin reform gündemine dönüşü konusunda mucizeler beklememesi gerektiğini
anlamaları elzemdir. AB demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi temel
değerlere aday ülkelerin uyumu konusunda teşvik edici bir süreç yürütse de esas
olan aday ülkenin başta siyasi koşullar olmak üzere üyelik kriterlerini yerine
getirmeye dair niyetidir. Türkiye uzunca bir süredir bu niyet eksikliği nedeniyle
AB kurumlarınca eleştirilmektedir. Nitekim, AB Komisyonu’nun 12 Ekim 2022’de
açıkladığı 2022 yılı Türkiye Raporu’nda da Türkiye’nin reform sürecindeki
negatif eğiliminin değişmediği ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar ve
yargı bağımsızlığı alanlarında gerilemenin devam ettiği vurgulanmıştır.
Türkiye, temel hak ve özgürlükleri teminat altına alan demokratik hukuk devleti
gereklerini yerine getirdikçe, bu güven krizinin çözümüne katkıda bulunan taraf
olarak samimiyetini gösterecektir.
Öte
yandan, Avrupa Birliği de değer ve kurallara dayandığını iddia ettiği normatif
genişleme politikasını, ana hedefinin Roma Antlaşması’ndan bu yana Avrupa
“halklarının” birliğini kurmak olduğunu unutmadan uygulamalı ve bu doğrultuda
Türkiye’de halkın AB hedefine inancına ve AB sürecine dair beklentilerine kulak
vermelidir. Ekim 2022’de Global Akademi tarafından açıklanan “Türkiye’de Avrupa
ve Avrupa Birliği Algısı” araştırması sonuçlarına göre Türk halkının %75,9’u
Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Bu desteğin nedenleri sorulduğunda,
halkın ana beklentileri arasında insan haklarının gelişmesi (%65,6), daha
demokratik bir ülke olunması (%48,6), yaşam standartlarının yükselmesi (%54,3)
ile ülkenin refah ve ekonomik gelişmişliğinin artması (%38,7) üst sıralarda
göze çarpmaktadır. Söz konusu araştırmada sorulan başka bir soruya verilen
cevaplardan da Türkiye’de kamuoyunun belirgin bir şekilde demokrasi ve özgürlük
(%41,4) ile yüksek refah ve ekonomik gelişmişlik (%21,2) unsurlarını AB ile
özdeşleştirdiği sonucuna ulaşılıyor. Dolayısıyla, diğer kamuoyu araştırmaları
verileriyle de desteklendiği üzere, Türkiye halkının yıllar içinde kemikleşen
AB üyeliğine dair beklentileri AB nezdindeki siyasetçiler ve bürokratlar
tarafından hassasiyetle dikkate alınmalı, Birliğin Türkiye’ye yönelik
politikalarında Türk halkının çoğunluğunun talepleri yerine siyasi kaygılara
öncelik verildiğinde güven bunalımının arttığı hatırda tutulmalıdır.
Avrupa
Birliği dış ve güvenlik politikasının temelini oluşturan “dayanışma” prensibini
uygulayış biçimlerini gözden geçirmeli, Yunanistan ve Kıbrıs ile sınır
meseleleri ve deniz yetki alanları bağlamında dayanışırken, Türkiye’nin
uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını zedelememelidir. Bir başka deyişle,
AB Antlaşması’nda belirtildiği üzere, AB uluslararası meselelerde üyeleri
arasında siyasi dayanışmayı geliştirirken (Madde 24) ve bu doğrultuda örneğin
Yunanistan ve Kıbrıs’ın münferit dış politika sorunlarını kendisine ithal
ederken, AB’nin “eşitlik” ve “hakkaniyet” prensiplerini görmezlikten gelmesi
inandırıcılığını çok azaltmaktadır.
Yukarıda
bahsi geçen ziyaret kapsamında görüşülen AB kurumlarındaki yetkililerin Türkiye
ile ilgili kurdukları cümlelerde, üyeler arasındaki dayanışma mekanizmasının
önemini ısrarla vurgulamaları, Yunanistan ve Kıbrıs ile dayanışmanın AB için ne
kadar elzem olduğunu gözler önüne sermiştir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin
özellikle Türk-Yunan sınır sorunları ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları
meselesinde Yunanistan ve Kıbrıs ile dayanışma ilkesi ışığında hareket ederken,
Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını dikkate almayarak güven
bunalımını daha da derinleştirdiğini kavrayabilmesi gerekmektedir.
Avrupa
Birliği ayrıca, Türkiye ile ilişkilerini Türk-Yunan sınır sorunları ve Kıbrıs meselesinin
çözümüne hapsetmemeli, bu sorunların AB nezdinde veya arabuluculuğunda değil,
ikili ya da çok taraflı müzakere masalarında ele alınması gerektiğini
kabullenmelidir. Yunanistan (1981) ve Kıbrıs’ın (2004) AB’ye üyelik
müzakerelerinde ve ardından da üyeliğe alınmalarında sınır sorunları veya
Kıbrıs meselesinin çözümünün süreci belirleyen unsurlar olarak düşünülmediği
hatırda tutulmalı ve bu bağlamda tutarsız bir genişleme politikası
izlenmemelidir. Türk-Yunan sorunları iki taraflı müzakere süreçleri, Kıbrıs
sorunu adadaki iki toplumun karşılıklı diyalogları, Doğu Akdeniz’deki yetki
sorunları da ancak çok taraflı platformlarda barışçıl ve hakkaniyetli bir
şekilde çözüme kavuşturulabilir. AB bu meselelerin çözümünü sadece Yunanistan
ve Kıbrıs’ın çıkarlarını gözeterek, tek taraflı olarak Türkiye’ye dayatmaya
çalıştığında güvensizlik sarmalının daha da içinden çıkılmaz hale dönüşeceği
aşikardır.
Türkiye
ise, dış ve güvenlik politikaları söz konusu olduğunda, ulusal çıkarlarına
aykırılık teşkil edebilecek istisnai haller dışında, Avrupalı müttefiklerinin
politikaları ile uyumlu hareket etmelidir. AB Komisyonu’nun 2022 Türkiye Raporu
uyarınca, Türkiye’nin AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası müktesebatına
uyumu 2021’deki %11 oranından, 2022’de %7’ye düşmüştür. Aynı raporda,
Türkiye’nin AB ortak tutum ve ortak eylemlerinden bağımsız şekilde yürüttüğü
tek taraflı dış politikası eleştirilmiş, özellikle Rusya ile yapılan S400
anlaşmasına, Rusya’ya yönelik yaptırımlara Türkiye’nin katılmamasına, BM’nin
Libya’ya yönelik silah ambargosunun uygulanmasını etkileyecek biçimde AB’nin
IRINI Operasyonu’na destek vermemesine dikkat çekilmiştir. Türkiye’nin güçlü
bir NATO müttefiki olduğu, AB ile NATO’nun mevcut durumda 21 ortak üyesinin
bulunduğu ve bu ortak üyelerin genel itibarıyla uyumlu dış ve güvenlik
politikaları izledikleri düşünüldüğünde, bir aday ülke olarak Türkiye’nin
-ulusal çıkarlarının yarattığı istisnai haller dışında- dış politika ve
güvenlik alanlarında AB ile işbirliği yapması gereklidir.
AB,
Türkiye ile işbirliği yapılabilecek teknik alanları siyasi koşulluluk
bağlamından çıkarmalı, genişleme sürecinde “teknik alanlarda teknik
kriterlerin” işletilmesi prensibi ile hareket
etmeli, Avrupa bütünleşmesinin
düşünsel çerçevesi olan işlevselciliğin Türkiye özelinde bu kadar kısıtlı ve
çekinceli uygulanması anlayışına son vermelidir. Bu kapsamda, AB’nin Haziran
2021’deki Zirvesi’ndeki hedef doğrultusunda Türkiye’ye yönelik olarak Gümrük
Birliği’nin modernizasyonunun gerçekleştirilmesi, Türkiye’nin savunma sanayi
alanında AB’ye önemli katkılar sağlayacağı düşünülen PESCO projelerine ABD ve
Kanada gibi üçüncü ülke olarak dahil edilmesi, Avrupa Savunma Fonu kapsamına
Türkiye’nin de alınması gibi konularda istisnai şartlar koşulmamalıdır. Bu
alanlarda işbirliğinin sadece Türkiye’nin değil AB’nin de lehine bir durum
yarattığı ve teknik alanlardaki eşgüdümün engellenmesinin güven krizini
beslediği akılda tutulmalıdır.
Sonuç
olarak, Türkiye’nin ve AB’nin birbirlerine karşı samimi olduklarını
gösterebilmeleri için bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç duyulduğu açıktır.
Yukarıda ana hatlarıyla özetlenen bu dönüşüm gerçekleşmeden, katılım sürecine
sadece kâğıt üzerinde göstermelik olarak değil, gerçek anlamıyla ve amacıyla
dönülmesi mümkün olmayacaktır. Bu çerçevede muhalefet partilerinin dış politika
kurmaylarının Brüksel’de verdikleri demokratikleşme ve AB hedefine dönüşe dair
mesajlar umutları yeşertecek bir ön adım olarak kabul edilebilir.
Prof. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe, Kadirhas Üniversitesi
Prof. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2011’den bu yana öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisans derecelerini Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları-Uluslararası İlişkiler programından ve Jean Monnet bursiyeri olarak London School of Economics’ten Avrupa Çalışmaları alanında aldı. TÜBA bursiyeri olarak Ankara Üniversitesi’nin Avrupa Birliği-Uluslararası İlişkiler programından doktora derecesine hak kazandı (2008). London School of Economics’te misafir doktora öğrencisi, University of California-San Diego’da ve Stellenbosch Üniversitesi’nde misafir araştırmacı, Harvard Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi (2017) olarak bulundu. Prof. Dr. Açıkmeşe, International Studies Association’ın (ISA) Yönetim Konseyi üyesi (2018-2020), UİK Derneği’nin Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreteri, European Review of International Studies dergisinin alan editörüdür. AB’nin Erasmus+, Marie Curie ve Jean Monnet programları kapsamında araştırma projeleri yürüten ve uluslararası-ulusal bilimsel dergiler ile kitaplarda makaleleri yayınlanan Prof. Açıkmeşe’nin akademik ilgi alanları arasında Güvenlik Çalışmaları, Avrupa bütünleşmesi ve güvenliği ile AB-Türkiye ilişkileri bulunmaktadır. Prof. Açıkmeşe, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü bünyesinde, “Avrupa Birliği’nde Hibrit Tehditler” konusunda Avrupa Komisyonu Jean Monnet Kürsüsü projesini yürütmektedir.
“The European Commission’s support for the production of this publication does not constitute an endorsement of the contents, which reflect the views only of the authors, and the Commission cannot be held responsible for any use which may be made of the information contained therein.”
Bu yazıya atıf için: Sinem Akgül Açıkmeşe, “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceği” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 24 Kasım 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/11/24/saa/
Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.