Değişen Dünya Düzeni ve Türkiye – Kaan Kutlu Ataç
Rusya’nın Ukrayna’ya 24 Şubat 2002’de
başlattığı askeri saldırıların mevcut dünya düzeninin jeopolitik fay hatları
üzerinde geri dönülemez sarsıntılara yol açtığı konusunda neredeyse herkes
hemfikir. Uluslararası siyasi ajandada savaşın artçı etkileri jeopolitik bir tsunami yarattı. Mevcut uluslararası sistemin
ya da akademi ve medyada dile getirildiği şekliyle “Amerikan dünya düzeninin”
yıprandığı ve dolayısıyla küreselleşmenin de sonuna gelindiği söylemine karşı,
uluslararası sistemde belirsizliklerin ve jeopolitik sınamaların arttığı bir
döneme şahitlik ediyoruz.
Küresel jeopolitik tsunami mevcut
belirsizlikleri o denli arttırdı ki, uluslararası örgütlerin liderler
zirvelerinin sonuç bildirgeleri ve strateji belgeleri ile ulusal güvenlikle
ilgili dokümanlarda ilk sıralarda artık rekabet, belirsizlik, güç mücadelesi,
büyük güç rekabeti gibi kavramlar işbirliği, dünya refahı ve barış gibi kavramlarını
geri plana itmiş görünüyor. Dünya 21.yüzyılın ilk çeyreğini belirsizliklerle
geçirirken, ikinci çeyreğin şafağında Soğuk Savaş dönemine ait artık neredeyse
tarihin arka planında kaldığı düşünülen nükleer silah kullanımı ihtimaliyet
hesapları uluslararası haber bültenlerinin ilk sıralarına çıktı. O kadar ki ABD
Başkanı Joe Biden 7 Ekim’deki konuşmasında dünyanın nükleer savaşa 1962 Küba
Krizi’nden sonra en yakın olduğu noktada bulunduğundan bahsetti.
Bu süreçte yenidünya düzeniyle
ilgili gelişmeleri yönetilebilir noktada tutabilecek iki güç öne çıkıyor: ABD
ve Çin. Nitekim yeni düzende bu ülkelerin başını çektiği iki bloklu bir yapı
etrafında çok katmanlı ilişkilerin gelişeceğine dair ciddi emareler belirdi.
Örneğin Çin-Rusya ilişkilerini yakından takip eden uzmanlar, Rusya-Ukrayna
Savaşı sonrası Moskova’nın Pekin’e karşı güç dengesinde düşüşe geçtiğini ifade ediyorlar. Nitekim Semerkant’ta
toplanan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesinde Çin, Rusya’nın kendisinden
beklediği desteği vermekten açıkça imtina etti. Hâlbuki ki çok değil, 24 Şubat 2022’de
başlayan savaştan 20 gün önce iki ülke lideri Kış Olimpiyatları açılışı
vesilesiyle bir araya geldiklerinde yayınladıkları bildiride iki ülke
arasındaki ilişkileri “çok yakın kapsayıcı stratejik ortaklık” olarak tanımlamışlardı. Hatta Putin’e göre iki
başkent arasında “dünyadaki herhangi bir şeyle kıyaslanmayacak derecede bir
ilişki” vardı. 5.000 kelimelik 4 Şubat tarihli bu uzun ortak bildiri “yeni
dönemin ilk güçlü değişikliğinin çok kutupluluk” olduğunu belirtiyordu.
Öte
yandan, ŞİÖ liderleri16 Eylül’de yayınladıkları ortak bildiride uluslararası
sınamalar ve tehditlerin gittikçe karmaşıklaştığını, dünyanın içinde bulunduğu
durumun tehlikeli bir şekilde kötüleştiğini, mevcut yerel çatışmalar ile krizlerin
yoğunlaştığını ve yeni çatışmaların ortaya çıktığını belirttiler. ŞİÖ liderleri
için mevcut tehditler ve sınamalardan çıkış yolu Amerikan liderliğindeki mevcut
tek kutuplu liberal uluslararası düzenin karşıtı olarak çok kutuplu bir dünya düzenine geçişti. Rusya lideri Vladimir
Putin de bildirinin ilanından iki hafta sonra eski tek kutuplu hegemonyanın
kaçınılmaz olarak çöktüğünü ifade etti. Putin Ekim ayı başındaki
konuşmasında da Batı’nın yeni-kolonyal sistemi koruma adına her adımı atmaya
hazır olduğunu, milyarlarca insanın hakkına hiç bir şekilde saygı
göstermediğini, Rusların hakkaniyet ve barış yolunda savaştıklarını, Batı
hegemonyasının çöküşünün ise kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Bu arada Çin lideri Xi Jinping Nisan 2002’de Küresel Güvenlik
İnisiyatifi’ni (Global Security Initiative – GSI) açıklarken dünyanın
ortak güvenliğinin geliştirilmesine vurgu yaparak, ABD’nin ittifakları ve
ortaklıklarıyla oluşturduğu güvenlik mimarisine de karşı
çıktı. Xi’ye göre, Çin’in uygulayacağı
küresel güvenlik anlayışı Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) çıkarlarına uyumlu
güvenlik düzeni için bir uyumlaştırma öngörüyordu. Nitekim Ekim 2002’de yapılan
20. ÇKP Kurultayı’nda Xi’nin partiye sunduğu rapor da ABD ile Çin arasında en
sıcak noktayı teşkil eden Tayvan sorununa atıfta bulunularak, Tayvan’ın
bağımsızlığına karşı partinin duruşunu vurguladı. Burada Xi, Tayvan’ın Çin’e resmen dâhil edilmesini de “omuzlarına
yüklenmiş sorumluluk” olarak ifade etti. Konu ÇKP’nin tüzüğüne de dâhil
edilerek Xi’nin liderlik süreci perçinlendi ve ÇKP’nin itilaflı meseleleri zor kullanarak
çözebileceği dünyaya ilan edildi.
Diğer
tarafta, küresel güvenliğin nasıl şekilleneceği ile ilgili öngörülere mesnet
teşkil edecek ABD liderliğindeki Batı Bloğunun görüşleri de Rusya’nın
Ukrayna’ya saldırısının hemen akabinde yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Avrupa Birliği’nin “Stratejik Pusula” (Strategic Compass) başlığıyla yayınladığı
belge, özellikle günümüz güvenlik ve savunma
politikalarının en büyük sınaması olarak büyük güç rekabeti ve muhtemel çatışmaları
öne çıkarttı. Pusulanın “Karşı Karşıya Olduğumuz Dünya” başlıklı
ilk bölümünün alt başlığı “rekabetçi çok kutuplu dünyada güç siyasetinin geri
dönüşü” olarak tespit edilmişti. Belgeye göre AB’nin karşılaştığı stratejik
ortam sınırlarında süregiden savaşla birlikte istikrarsızlık ve çatışmalarla
çevreliydi. AB gelecek on yılda savaşlar, çatışmalar, gerginliklerle
çevrelenmiş bir birlik yapısını ve bu yapının da hayli rekabetçi güç
politikalarıyla şekilleneceğini öngörmekteydi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik
Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’in
ifadesiyle Avrupa stratejik bir uyanış içindedir ve artık çıplak
güç politikasıyla şekillenen bir dünya vardır.
Öte yandan
Madrid’de Haziran’da gerçekleşen NATO liderler zirvesinde kabul edilen Stratejik
Konsept (Strategic Concept) de yükselen
stratejik rekabet, istikrarsızlık ve kural-temelli liberal uluslararası düzenin
otoriter devletlerce saldırı altında olduğu jeopolitik çerçevede kaleme alındı.
Bu kapsamda NATO caydırıcılık ve savunmayı önceleyen bir yaklaşımla dünya
düzenine bakmaktadır. Bu çerçevede Rusya “ittifaka yönelik en önemli ve
doğrudan tehdit” olarak ele alınırken, Çin de müttefiklerin güvenliğine karşı
Hint-Pasifik bölgesindeki gelişmelere paralel olarak ilk kez “stratejik düzeyde
karşı konulması gereken ülke” olarak tanımlandı.
Anlaşıldığı kadarıyla dünyanın yeni düzeni bir yanda ABD liderliğindeki
Batı ile onun karşısında konumlanan Çin-Rus bloklaşması arasındaki sert ve
yoğun büyük güç mücadelesine şahitlik edecek. Özellikle
büyük güç rekabetindeki durum, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in
2019’da Çin’deki bir konuşmasında ifade ettiği “yeni bir Soğuk Savaş’ın
eşiğinde bulunuyoruz” açıklamasının da ötesine geçildiğine işaret ediyor. Dünya düzeni bu
yeni Soğuk Savaş ortamında jeopolitik sarsıntıların ardından oluşan iki bloklu
ve çok taraflı jeopolitik tsunaminin etkisi altında olacak.
Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye
Küresel
güç rekabetinin şekillendireceği anlaşılan yeni dünya düzeninin Türkiye
açısından en azından Anadolu coğrafyası ve yakın bölgelerinde savaşlar,
çatışmalar ve yoğun istikrasızlıklarla dolu bir geleceğe işaret ettiği
ortadadır. Türkiye’nin son otuz yıldır özellikle sıcak silahlı çatışmalar ve fiili
istikrasızlıklara gömülmüş güney ve kuzey sınırlarına enerji krizleri ve ikili
gerginliklerin de eklenmesiyle neredeyse 360 derecelik bir kriz çemberinde
olduğu söylenebilir.
Türkiye’nin
özellikle NATO savunma ve güvenlik ittifakı içindeki geleneksel güneydoğu
çıpası olma özelliğinin NATO Strateji Belgesi’nde bir numaralı tehdit ve hasım
olarak görülen Rusya ile geliştirdiği ilişkiler çerçevesinde sorgulandığı bir
dönem yaşanmaktadır. Savunma, kritik enerji tesisleri yapımı, Rusya-Ukrayna
Savaşı’nda ABD, NATO ve AB yaptırımlarına katılmaması, Kremlin’le doğrudan
temasların sürdürülmesi, Rus oligarklar ile sermayesinin Türkiye’de hareket
alanı bulması başta Washington olmak üzere hem Brüksel hem de diğer Batı
başkentlerinde eleştirilmektedir. Bu anlamda Türkiye açısından en dikkat çekici
konu Rusya’nın Ukrayna saldırısı öncesinde şekillenmeye başlayan iki süreçtir.
Birincisi
ikili ilişkiler çerçevesinde ABD’nin Avrupa kıtasında Baltıklar-Karadeniz-Adriyatik
coğrafyasında geleneksel güvenlik ekseninde oluşturmaya çalıştığı fay hattıdır.
Üç Deniz siyaseti çerçevesinde Rusya’nın Avrupa güvenliğini tehdit eden
yayılmacı siyasetinin önüne set çekilmesi sürecinde Washington’un Ankara
yönetimine bakışı bu anlamda önemlidir. Özellikle askeri planlamalar açısından
Rus etkisinin sınırlandırılmasında Soğuk Savaş’ın geleneksel Atlantik bakışına
göre Anadolu üzerinden geçen eksenin artık ağırlıklı olarak Yunan Yarımadası’nı
merkez alan bir yaklaşıma dönüştüğü görülmektedir. Özellikle tarihsel anlamda
da önemli olan Polonya-Macaristan-Romanya-Bulgaristan-Moldova ekseninin askeri
lojistik merkezinin Yunan Yarımadası üzerinden planlanmaya başlandığı
Washington-Atina arasında hıza gelişen stratejik boyutu da önemli olan
karşılıklı savunma işbirliğinde canlı olarak görülmektedir.
Söz
konusu anlaşmanın
imzalanması ile Ekim 2019 ve sonrasında Ege Denizi’nde Ankara
ile Atina arasında yaşanan gerginlikler bu alanla sınırlı kalmamıştır. Nitekim
geleneksel Türk-Yunan gerginliği Ege hattının ötesine geçerek
Libya-Kıbrıs-Mısır-İsrail hattına ulaşmıştır. Türk-Yunan gerginliğinin bu boyutu
ve buna bağlı olarak da Doğu Akdeniz ve Levant coğrafyalarının kritik öneminin
AB ve NATO resmi beyannamelerinde yer almaya başlamıştır.
Washington-Ankara
hattında tarihin en düşük seviyedeki ilişkilerinin dönüm noktası 15 Temmuz
darbe girişimidir. Ankara’nın geleneksel müttefikinden istediği nispette destek
görememesi ile Suriye’de ABD’nin desteğini alan Suriye Demokratik Güçleri’nin
esas bileşenini oluşturan PKK ile bağlantılı YPG/PYD’nin Washington’dan aldığı askeri,
siyasi ve ekonomik yardımların Ankara tarafından milli güvenliğine yönelik
tehdit olarak algılanması önemlidir. Bir diğer önemli husus da Türkiye’nin
savunma ihtiyaçlarında NATO dışı Rus S-400 hava savunma sistemini tercih
etmesinin yarattığı gerilimin de ötesinde Türkiye’ye uygulanan yaptırımlardır.
Türk-Amerikan ilişkilerinin Ekim 2022 itibariyle dip noktada seyrinin somut işaretlerinden
birisi Trump yönetiminin son döneminden Biden yönetiminin neredeyse ilk iki
yılına değin ABD’den Türkiye’ye bakan düzeyinde herhangi bir resmi ziyaretin
gerçekleştirilmemiş olmasıdır. Türk dış politikasında 2000’lerin başında
hararetle tartışılan eksen kayması farklı bir boyutta günümüze taşınmış
görünmektedir.
İkinci süreç
ise özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından Türkiye’nin kendi inisiyatifi
dışında, daha çok küresel jeopolitik gelişmelere paralel jeopolitik öneminin
yeniden yükseldiği bir döneme de tanıklık etmemizdir. Özellikle enerji ve
ticaret nakil hatlarında Rus coğrafyasının kapandığı bir süreçte Azeri ve Kazak
petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla Çin’in Pasifik-Avrupa ticaret hattında
gündeme gelen “Orta Koridor” alternatifleri Avrupa için kritik hale gelmiştir. Türkiye’nin
Türk Boğazları üzerinden dünya için kritik öneme sahip Ukrayna tahılının
sevkiyatındaki kolaylaştırıcılık rolü de dikkat çekicidir. Her ne kadar Türkiye’nin
savaşta aktif tarafsızlık siyaseti izlediği yönünde görüşler bulunsa da
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın ifadesiyle Türkiye Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Ukrayna’nın
yanında yer almaktadır ve Türkiye’nin ilişkilerinde paradigmatik bir değişim vardır.
Küresel jeopolitik
tsunaminin yeni dünya düzeninde Türkiye’nin konumunu nasıl tanımlayacağı ise Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın ifadesinde kendini bulmuş gibidir: “Türkiye en Batı’daki Asyalı ve en Doğu’daki
Avrupalı olarak müstesna bir konuma sahiptir.” Küresel tehditler ve sınamaların ikili bloklaşmaya doğru
evirildiği dünya düzeni içinde Türkiye için bir fırsat da görülmektedir.
Dr. Kaan Kutlu Ataç, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı üniversitede Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler alanlarında yüksek lisanslarını tamamladı. Ataç, 2016’da Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Mersin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olan Ataç, Milli Savunma Üniversitesi’nde Misafir Öğretim Üyesi olarak dersler vermektedir.
Bu yazıya atıf için: Kaan Kutlu Ataç, “Değişen Dünya Düzeni ve Türkiye” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 15 Aralık 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/12/15/kka/
Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.