Karabağ Güney Kafkasya İçin Umut Işığı Olur Mu? – Sınamalar ve Fırsatlar – Fatih Ceylan
KARABAĞ’DAKİ YENİ DİNAMİKLER
2020 Sonbaharında Azerbaycan ve Ermenistan arasında
patlak veren İkinci Karabağ Savaşı’nın Azerbaycan’ın galibiyetiyle sonuçlanması,
Güney Kafkasya’daki ihtilaf sarmalını yeni bir aşamaya getirdi. Ortaya
çıkardığı sonuçlar itibariyle bu Savaş, bir yandan Azerbaycan-Ermenistan
arasında kalıcı bir barışla sonuçlanabilecek uzlaşı zemini bulunmasına dair
umutları artırdı, diğer yandan, bu iki ülke arasında yeni çatışmaları körükleyip
körüklemeyeceğine ilişkin kaygıları gündeme taşıdı.
Güney Kafkasya’da 1990’lı yıllardan bu yana süregiden
bir ‘donmuş ihtilafın’ çatışma marifetiyle çözülmesiyle başlayan süreç,
Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’da başlattığı ikinci saldırı dalgasının hem
bölgedeki hem küresel ölçekteki yansımalarıyla birlikte bölgesel sınamalar-fırsatlar
denklemini dönüştürebilecek aktör ve arayışları sahneye sürdü.
SAVAŞ ERTESİ DÖNEM
2020’deki ‘44 gün Savaşı’ ertesinde, Moskova’nın
devreye girmesiyle, Azerbaycan-Ermenistan arasında ateşkes anlaşması imzalandı. Bu
anlaşmayla Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçin koridorundan geçecek yol için
taraflar üç yıl içinde bir plan geliştirmek üzere anlaştılar. Bu yolun
güvenliğinin sağlanmasını ise Rusya üstlendi.
Aynı anlaşmada, bölgedeki tüm ticaret ve ulaşım
yollarının açılması, Ermenistan’ın,
Azerbaycan’ın batısı ile Nahçıvan arasında, çift yönlü olmak üzere, kişi, araç
ve yüklerin ulaşımının güvenliğini sağlayacağı hususundaki mutabakat da yer
aldı. Bu hattaki ulaşım bağlantılarının gözetiminden Rusya Federal Sınır
Güvenlik Birimi sorumlu kılındı.
Taraflar arasındaki varılacak anlaşmaya tabi olmak kaydıyla Nahcivan’ı
Azerbaycan’a bağlayacak yeni ulaşım hatlarının inşa edilmesi de güvence altına
alındı.
Ateşkes anlaşması sonrası dönemde
Rusya-Azerbaycan-Ermenistan üçlüsü arasındaki görüşme trafiğinin 2021 yılında
sıklaştığı görüldü. Rusya,
Devlet Başkanı Putin ve Dışişleri Bakanı Lavrov’un öncülüğünde her iki tarafı bir araya getiren
girişimler 2022’de de devam etti.
Bu trafiğe Türkiye de müdahil oldu. Haziran 2021’de imzalanan Şuşa
Beyannamesi, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin yeni dönemde altı ana alanda daha
da sıklaştırılmasını temin edecek bir zemine vücut verdi. Buna paralel olarak
Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleştirme arayışı kapsamında her iki ülke özel
temsilcilerini belirledi ve
bu temsilciler dört kez bir araya geldiler.
Savaş sonrası süreçte AB’nin devrede olduğu görülüyor.
AB Konseyi Başkanı Michel, Brüksel’de her iki ülke Devlet Başkanıyla bir dizi
üçlü görüşme düzenledi. Özellikle
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırıyı takiben AB’nin, iki ülke
arasındaki ilişkilerin barışçıl bir yolda ilerlemesini teşvik etmek üzere
görüşme trafiğini arttırdığı gözlendi.
Ukrayna’daki savaş nedeniyle meydana gelen doğalgaz
krizinin Avrupa üzerindeki etkilerini hafifletmek üzere AB Komisyon Başkanı
Ursula von der Leyen’ın Bakü’yü ziyaret etmesi ve Azerbaycan’la doğalgaz
tedarikinde yeni bir düzenlemeyi de içeren Mutabakat
Muhtırası imzalaması dikkatlerden
kaçmadı. Azerbaycan ile AB arasında başlayan enerji diyaloğuna eklenen son
halka, Azerbaycan-Gürcistan-Romanya-Macaristan arasında elektrik naklini
sağlayacak, dijital iletişimi de kapsayan anlaşma
oldu.
Ekim 2022’de Fransa’nın ön almasıyla Prag’da
düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesinde, Fransa Devlet Başkanı Macron’un
da katılımıyla dörtlü çerçevede yapılan toplantı vesilesiyle yayımlanan kısa bildiri
dikkat çeken gelişmelerden bir diğeri. Bu bildiri ertesinde AB Konseyi, aynı ay
içinde iki ülke arasında barış ve güvenliği yeniden tesis etmeyi, taraflar
arasında güven arttırmayı ve bu iki ülkenin uluslararası sınırlarının
belirlenmesini kolaylaştırmak üzere kırk sivil uzmandan oluşacak bir gözlem
misyonunu Ermenistan sınırı boyunca azami iki ay süreyle konuşlandırmayı
öngören bir karar aldı. Gözlem
misyonunun görevinin Aralık 2022’de tamamlanmasından kısa bir süre sonra, AB
Konseyi bu kez 23 Ocak 2023’te AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çerçevesinde
Ermenistan sınırı boyunca yüz sivilden oluşacak bir gözlem misyonu
konuşlandırmayı kararlaştırdı. AB’nin bu kararı özellikle Rusya tarafından sert
şekilde eleştirildi. Bölge, Rusya ile AB arasında Ermenistan üzerinden
başlayan rekabet dolayısıyla hareketlendi.
YENİ İHTİLAFLAR MI, BARIŞA DOĞRU MU?
Rusya’nın 2014’ten bu yana Ukrayna topraklarını işgal
etmeye başlaması üzerine, içinde AB’nin de yer aldığı, ABD-Rusya-Çin üçlüsü
arasındaki küresel çaplı stratejik rekabetten Güney Kafkasya da kendi payına
düşeni alıyor. Azerbaycan’ın topraklarını 2020 sonbaharında Ermenistan’ın
işgalinden büyük ölçüde kurtarması, o yıldan bugüne değin daha da şiddetlenen dünya
çapındaki stratejik çekişmenin Güney Kafkasya’yı da kapsayacak yönde tezahür
etmesini tetiklemiştir.
Rusya’nın Ukrayna’da halen devam eden ikinci işgal
girişimi üzerine, ABD’nin yanı sıra AB de Rusya’ya karşı alınan sert yaptırımlarda
önemli bir rol üstlendi. Bu çerçevede Rusya’nın, askeri imkân ve
kabiliyetlerini Ukrayna’da başlattığı savaşa yoğunlaştırması sonucunda, Rus
barış koruma birliklerinin konuşlandığı Laçin Koridoru’nda Azerbaycan ile
Ermenistan arasında gerilim patlak verdi. Bu gelişme üzerine AB, bölgedeki
barış ve istikrarın bozulmasını önlemek ve bölgedeki dengelerin belirlenmesini,
deyim yerindeyse, Rusya’nın insafına bırakmamak üzere harekete geçti. AB
yetkililerinin bölgeye yaptığı üst düzey ziyaretler, iki bölge ülkesiyle
yürüttükleri temaslar ve aldıkları kararlar, uygulamaya konan siyasanın
sahadaki somut tezahürleridir. Dolayısıyla, AB bölgede kendisine açık bir rol
çizmiştir. AB’nin bölgede daha görünür bir varlık sergilemesi sürecinde, hem
saha gerçekleri hem Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı dikkate alındığında, Fransa
Devlet Başkanı Macron’un, bu konuda da sergilediği ergenliğin son demlerini terk
ederek daha olgun bir profil çizmesi kendisi ve ülkesi adına daha gerçekçi olur.
Bu bağlamda, Rusya’ya atıfla da olsa, Minsk Grubu üyesi olan Rusya’nın bölgede
Azerbaycan üzerinden oynadığı oyunda, Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirme
arayışı içinde olan Türkiye’nin ‘suç ortağı’ olduğu yolundaki söylemini terk etmesinin başta
Fransa olmak üzere Avrupa’nın çıkarlarıyla da örtüştüğünü idrak etmesi beklenir.
Azerbaycan, topraklarını Ermenistan işgalinden
kurtardıktan sonra başlattığı ikili, üçlü ve çoklu temaslar vasıtasıyla, dikkatini
Azerbaycan ile Nahçıvan arasında doğrudan bağlantı sağlayacak ‘Zengezur
Koridoru’nun işlerlik kazanmasına odaklamıştır. Bunun bölgedeki ulaşım ve iletişim
hatlarının tümünün açılmasını sağlayacağına inanılmaktadır. Azerbaycan’ın
benimsediği bu öncelik, meşru hakkı olmakla birlikte, Doğu-Batı kuşağındaki
diğer ulaşım/iletişim hatlarını geri plana itmektedir. Dolayısıyla, bu öncelik
meşruiyet ölçütü açısından gerekli, ancak bölgesel çıkarlar temelinde yetersiz
bir tercihtir. Bu çerçevede, Ermenistan’la yürüteceği kalıcı barışı inşa etmeye
dönük girişimlerde ortaya çıkabilecek tabloya göre Azerbaycan’ın, Laçin’in
kuzeyinde kalan ve Azerbaycan’ı sadece güneyden değil, kuzey hattından da
Türkiye’ye bağlayacak Ermenistan’dan geçen -ulaşım/iletişim hatları üzerine de
eğilmesi gereklidir. Bu yönde atılacak cesur bir adım, bölgede Ermenistan marifetiyle
muhafaza edilen Rus nüfuzunu dengeleyecek sonuçların elde edilmesini sağlayacak
bir iklimi ortaya çıkaracak ve başta Türkiye ile Azerbaycan olmak üzere bölge
ülkelerinin daha geniş ölçekli çıkarlarına hizmet edecektir.
Ermenistan ise, kaybettiği bir savaşın gerçeklerini dikkate
alarak, Karabağ Ermenilerinin ‘self-determinasyon hakkı’nı ileri sürmek
suretiyle, dolaylı yollardan da olsa, Karabağ’ın artık açık ve tartışılmaz hale
gelen statüsünü ihtilafa dönüştürmeye kurgulu politikasını terk etmelidir. Azerbaycan
topraklarında yaşayan Ermeniler, Ermeni asıllı Azerbaycan vatandaşlarıdır ve
Azerbaycan bu vatandaşlarının güvenlik ve refahını hiçbir ayrıma tabi tutmadan
sağlamakla mükelleftir. Ermenistan yetkililerinin bu gerçekliği kabullenmeleri,
köhneleşmiş ve Karabağ’daki soydaşlarına dayalı yayılmacı (irredantist) düşüncelerinden
feragat etmeleri zorunludur.
Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde öncelikle ikili
ilişkilerde normalleşmenin bölgede yeni ve olumlu bir sayfa açacağı ve bölgesel
bütünleşmenin kapısını aralayarak yeni bir düzenin en çok Ermenistan’ın çıkarına
olacağı gerçeğini Ermeni diasporasının da kabullenmesi zamanı gelmiştir. Hem
Ermenistan liderliği hem başta ABD ve Fransa’da yaşayan Ermeni diasporası
mensupları, özellikle Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan üçlüsü arasındaki
ilişkilerin normalleşmesinde ön alma becerisini sergilemelidirler. Rusya’daki
baskıcı yönetime bağlı Ruben Vardanyan
gibi oligarkların ve rejimi karşılarına almaları mümkün olmayan bu ülkedeki
soydaşlarının, bölgede kalıcı barış, istikrar ve refaha giden yolda yapıcı bir
rol oynayamayacaklarını idrak etmeleri gerekir. Bu anlayışa karşı direnç
göstermeleri durumunda saha gerçeklerinin aleyhlerine tecelli edebileceği gerçeğiyle
yüzleşmelidirler.
Bölgesel normalleşme sürecinde Türkiye’ye de düşen
kritik bir rol bulunmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’nin son dönemde önemli
adımlar attığı bir olgudur. Kalıcı barış ve güvenliğe, geri dönülemez bir zemin
oluşması amacıyla uyumlu biçimde, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasında ve
Ermenistan’ı da kapsayacak tüm ulaşım/iletişim hatlarının Doğu-Batı ekseninde
işler kılınmasında Türkiye ön almalıdır. Önemi yadsınamayacak olmakla birlikte Türkiye
için sadece ‘Zengezur Koridoru’yla yetinmek, bölgesel bütünleşme hedefi
bağlamında yetersiz kalır. Orta-uzun dönemli çıkarlarını göz önüne alarak, bu
gerçeği Azerbaycan’ın da idrak etmesi gereklidir.
Ukrayna’da başlattığı savaş nedeniyle giderek daha
geniş çapta bir tecritin altına giren Rusya’nın bugünkü koşullarda Türkiye’ye
olan gereksinimi daha artmıştır. Bu tablo içinde Türkiye, kendisinin de içinde
yer alacağı projeler için AB ile dirsek temasını sürdürerek, gerek
Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde barış ve istikrarı hedefleyen girişimlere
ivme kazandırmalı, gerek kendisinin itici gücü oluşturduğu çok taraflı çabaları
aktif şekilde teşvik etmelidir. Bu bağlamda, Türk Devletleri Teşkilatı’nın
bölgesel normalleşmeyi takviye etmeye dönük daha görünür bir tutum sergilemesinde
de başat rol oynamalıdır. Mevcut dönemsel koşullar, ulusal çıkar temelli,
dolayısıyla iç politik gündemlerden uzak uzun erimli bir stratejinin ortaya
konması açısından Türkiye’ye geniş bir alan açmıştır. Bu alan içinde sonuç
alıcı hamleler yapmak üzere daha aktif davranmak kaçınılmazdır.
Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.)
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.
Bu yazıya atıf için: Fatih Ceylan, “Karabağ Güney Kafkasya İçin Umut Işığı Olur Mu? -Sınamalar ve Fırsatlar, Çevrimiçi Yayın, 27 Şubat 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/02/27/fc-3/
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.