Yirmi yıl Sonra Irak: İşgal Irak’ı Nasıl Değiştirdi? – Serhat Erkmen
Yirmi yıl önce ABD Saddam
Hüseyin Rejimi’nin El Kaide’yi desteklediği ve kitle imha silahlarına sahip
olduğu gibi büyük bir kısmının tamamen uydurma olduğu gerekçelerle Irak’ı işgal
etti. ABD ile Irak Silahlı Kuvvetleri arasındaki fark o kadar büyüktü ki savaş bir
aydan kısa sürdü. Çatışmaların sona ermesinden sonra dönemin ABD Başkanı George
W.Bush, savaşın sona erdiğini ve Irak’a istikrarın geleceğini ilan etti.
Bush’un meşhur
konuşmasının üzerinden yirmi yıl geçti. O günden bu
yana Irak’ta gerçekten ne olduğunu anımsayalım. Çünkü Irak’ın hikayesinin,
demokrasi ve istikrarın dış müdahaleyle getirilemeyeceğinin en önemli örneği
olarak tüm uluslararası ilişkiler çalışanlarınca hatırlanması gerekiyor
İşgal Öncesi Irak
Irak 1932’de
kurulduğundan beri uzun süreli istikrara sahip olabilmiş bir ülke değildi. 1940’lı
yılların ortalarında ülkenin kuzeyinde başlayan Molla Mustafa Barzani
liderliğindeki ayrılıkçı Kürt ayaklanmalarından 1958 yılında Krallığın sona
erip, Cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen süreçte dahi ülkede zaman zaman
istikrarsızlıklar yaşanıyordu. 1958’den sonra iktidar değişimine neden olan iki
darbe gerçekleşti. 1979 yılında Saddam Hüseyin’in saray içi kansız bir darbeyle
iktidarı elde etmesinden bir yıl sonra başlayan İran-Irak Savaşı sekiz yıl
sürdü. İki ülke arasında devam eden savaş sırasında ülkenin kuzeyinde daha önce
başlayan ve bastırılan ayrılıkçı ayaklanma yeniden canlandı ve Orta Doğu
tarihinin en kanlı olaylarından birisi olan, kimyasal silahların da
kullanıldığı Halepçe Katliamı yaşandı. Sekiz yıllık savaşın ağır tablosunun da
etkisiyle Irak, 1990’da Kuveyt’i işgal edince önce bir savaş, sonra bir
ambargoya maruz kaldı. Bu süreçte ülkenin kuzeyindeki üç vilayet de (Duhok,
Süleymaniye ve Erbil) ülkenin geri kalanından koptu. On üç yıl boyunca
başarısız aile içi darbe girişimleri dışında Saddam Hüseyin’in kontrol ettiği
Irak’ta önemli bir iç karmaşa yaşanmadı.
Özetle, modern Irak
tarihi ABD’nin işgalinden önce de istikrarın ve refahın hikayesini
anlatmıyordu. İsrail ve İran gibi ülkeler tarafından desteklenen ve zaman zaman
alevlenen etnik ayrılıkçı bir ayaklanmaya ek olarak saray içi darbelerle
çalkalanan bir iç siyasi hayatı vardı. Bununla birlikte tüm bu gelişmelere
rağmen Irak’ta ülkeyi idare edebilen bir bürokrasi, güvenliği sağlayabilen
ordu, polis ve istihbarat, uzun süreli savaşlara rağmen eğitim, sağlık,
elektrik, yol gibi temel hizmetleri sağlayabilen bir devlet mekanizması
varlığını sürdürebilmişti. Ayrıca siyasal alandaki mezhepçilik yok denecek
kadar zayıftı. Ülkede radikal selefi gruplar barınamıyordu. Kısacası Irak’ta
işgal öncesinde göreli işleyen, otoriter ve aşırı güvenlikçi bir devlet
mekanizması bulunuyorken, mezhepçilik ve radikal selefilik son derece cılızdı.
İşgal Sonrası Irak’ta Ne Değişti?
ABD’nin işgalinden sonra
Irak’taki değişime onlarca ayrıntı sayabilirsiniz. Bu ayrıntılar sahip olduğunuz
politik duruşa ve dünya görüşünüze göre olumlu ya da olumsuz olarak
değerlendirilebilir. Fakat, Irak’ta işgalden sonra değişen ve diğer faktörleri
etkileyen temel faktörü tek bir cümlede özetlemek mümkündür: Irak’ta işgal ile
yıkılan kamu otoritesinin yerine yenisi inşa edilemedi. Saddam Hüseyin ile
özdeşleştirilen ancak onun çok daha öncesine dayanan Irak’taki devlet idaresi
anlayışı ve mekanizması yıkıldı ve yerine yenisi konulamadı. İşgalin ilk
günlerinden itibaren Irak’taki demokrasi yoksunluğunun temel nedeni olarak
Saddam Hüseyin kültü ile özdeşleştirilen eski rejim yapısı gösteriliyordu. Bu
nedenle eski rejimin otoriter yapısının tersine “iktidar paylaşımı”
çerçevesinde bir siyasal iktidar kurulmaya çalışıldı. Mantık ilk bakışta son
derece basit, işlevsel ve demokratik bir anlayışa dayanıyordu. Madem Irak,
farklı etnik ve mezhepsel kökenlerden gelen insanlardan oluşuyor, o halde bu
insanların ülkedeki demografik dağılımlarına göre bir siyaset mekanizması inşa
edilmeliydi. Kağıt üzerinde temsili demokrasinin harika bir şablonu gibi duran
bu düşünce, işgalin hemen sonrasında kurulan “Geçici Başkanlık Konseyi”nden
“Irak Yönetici Konseyi”ne, Anayasa Referandumu için uygulanan kabul/ret orantısından,
tüm hükümet, meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar her alanda
yerleştirilmeye çalışıldı. Bu çerçevede Lübnan’daki kodifiye edilmiş etnik,
dinsel ve mezhepsel kota sistemleri Irak’ta uygulamada hayata geçirildi. En
basit haliyle cumhurbaşkanının Kürt, başbakanın Şii Arap, meclis başkanının ise
Sünni Arap olduğu bir sistem olarak tanımlanabilecek Irak’ın “iktidar paylaşım”
haritası ülkesel bir kimlik olması gereken Iraklılık yerine etnik ve dini
kimlikleri başat hale getiren bir siyasal sistem oluşmasına neden oldu.
Sonrasında ülkede yaşanan
tüm silahlı çatışmalar, derin siyasi krizler, ayrılık girişimleri, hilafet
iddiaları, devlet içinde devlet olma çabaları bu kimlikler üzerinden
gerçekleşti. Bu krizleri hatırladığımızda yukarıdaki tanımlamaların ne kadar
doğru olduğu daha iyi anlaşılır. Örneğin Irak’ta ABD ve müttefiklerine karşı
yürütülen ve uzun süre eski rejime bağlı kişilerin yürüttüğü silahlı çatışmaya
“Sünni direnişi” deniyordu. 2005 sonundan itibaren ülkenin büyük kısmını kapsayan
iç savaş ise Sünni-Şii ekseninde mezhepsel bir iç savaştı. Uzun aylar boyunca
hükümet kurulamamasının nedenleri genellikle Kürtlerin, Sünni ve Şii Arapların kendi
kotaları içinde anlaşamamasından kaynaklanıyordu. En uzun hükümet kurulamama
rekorunu kendi kendine yenileyen Irak’ta başbakanın Şii bir Arap olacağından
kimsenin şüphesi yoktu, sorun hangi Şii grubundan olacağıydı. Ayrılık
girişimlerinin kaynağı ise etnikti. 2017 yılında ülkenin geri kalanın tamamen
karşı olduğu bir bağımsızlık referandumu yapıldığında, bu referandumun adresi
Kuzey Irak’taki etnik ve milliyetçi hareketin merkezi olan Erbil’di. Hilafet
olma iddiası ise Şiileri “Müslüman olarak tanımlamayan” radikal Selefi bir
zihniyetin ülkenin üçte birini silahla kontrol etmesinin sonucunda yaşandı.
IŞİD’in lideri olan kendisini Musul’da halife ilan eden Ebu Bekir Bağdadi, eski
rejim zamanında takipçileri birkaç düzineyi bulmayan bir hareketin ikinci kuşak
lideriydi. Devlet içinde devlet olma ise IŞİD’in yıkımına neden olduğu Irak
hükümetinin içinden çıkan milis teşkilatlarının hamlesiyle geldi. Devletin
güvenlik güçlerinin halkın güvenliğini sağlayamadığı bir ortamda ortaya çıkan
Şii milisler, devletin güvenliğine yönelik tehdidi savuşturduktan sonra
evlerine ve eski hayatlarına dönmek yerine siyasetin kalbine oturmayı tercih
etti. Böylece “iktidar paylaşımı”nın doğal sonucu olarak kurulan partiler ve
onların milis teşkilatları dönüşerek milis teşkilatlarının partileri oldular.
Bugün Irak parlamentosunda onlarca temsilcisi olan bu milis grupları siyasal
hayatın en etkili figürleri haline geldiler.
Elbette, işgal sonrası
Irak’ta temel siyasal ve toplumsal dinamikler değişirken ülkede büyük krizler
yaşandı. 2005-2008 arasında birincisi, 2014-2017 arasında ikincisi yaşanan
mezhepsel iç savaş sonucunda Irak’ta devlet otoritesi ülkenin büyük bir
kısmında çöktü. Irak, bölge ülkelerinin birbirleriyle amansız bir rekabete
giriştiği bir coğrafi alan haline geldi. İran ülkenin orta ve güney
bölgelerinde, ABD ise kuzeyde asıl etkin güç statüsüne erişirken, Bağdat’ta
ortak bir idare bulunmasının en önemli nedeni ülkenin gelirlerinin petrol
üretimine dayanması olarak görüldü. Kuzey Irak’ta bir süreliğine büyük beklenti
yaratan petrol fırtınasının fiyasko olduğu ortaya çıkıp da Dubai olması
beklenen yer maaşları ödeyemez hale gelince, Erbil’in Bağdat’a bağımlılığını
sürdürmesi şart oldu. Ancak, bu sefer de Şii gruplar arasında kimin daha üstün
olduğu tartışması ortaya çıktı. IŞİD sonrası parçalanan ve İran’ın etki
sahasına giren Sünni Araplar ise yeniden en zayıf halka olma yolunda ilerliyor.
Tüm bunlar olurken dünyanın Irak’a olan ilgisi ise gittikçe azaldı.
Yirmi yıl önce bu
günlerde Orta Doğu’ya istikrar için model olması için eski rejimi ortadan
kaldırılan ülkede son birkaç yıldır gittikçe daha çok duyulan bir söz var: “Eskiden
bir Saddam vardı, şimdi her yerde bir Saddam var”. Bu söz gelinen noktayı
öylesine güzel özetliyor ki… Irak’ta Saddam Hüseyin’in liderliğindeki otoriter
rejimin savunulacak hiçbir tarafı yoktu. Halkını baskı ve korkuyla yöneten,
savaşa sokan ve kendisine karşı gelenlere karşı her türlü şiddeti doğal gören
bir liderliğin beğenilebilecek bir yanı olamaz. Fakat böyle bir yapı dışarıdan
askeri müdahale ile yıkıldığında ne oluyor sorusunun yanıtının canlı örneği
karşımızda duruyor. İşgalden sonraki Irak, işgalden önceki Irak’tan asla iyi
olamadı. Bunun nedeni ise sadece eski yönetimin mirası değil yenisinin nasıl
inşa edildiği. Bu nedenle Irak, değişimin nasıl olmaması gerektiği konusunda
ibretlik bir hikâye olarak uluslararası ilişkiler çalışanları için bir örnek
olarak kabul edilmelidir.
Doç. Dr. Serhat Erkmen, 1975’te İstanbul’da doğmuştur. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorası’nı aynı üniversitede tamamlayan Erkmen 2009’da Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’nde göreve başlayan Serhat Erkmen 2018 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Serhat Erkmen aynı zamanda ASAM, ORSAM ve 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü gibi Stratejik Araştırma Merkezleri’nde çeşitli görevlerde bulunmuş ve bu çerçevede Irak ve Suriye’de çok sayıda saha çalışması yürütmüştür. Çoğu, Irak, Suriye ve terörizm konuları üzerine birçok araştırma, rapor ve akademik çalışması yayımlanmıştır.
Bu Yazıya Atıf İçin: Serhat Erkmen , “Yirmi yıl Sonra Irak: İşgal Irak’ı Nasıl Değiştirdi ”, Panorama, Çevrimiçi Yayın , 2 Mayıs 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/05/02/se-3/
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.