Banliyö Krizlerinden Kimlik Krizine: Fransa’daki İsyanların Anatomisi – Cem Savaş


Geçtiğimiz 27 Haziran günü, Paris’in
batı banliyösü Nanterre’de, içinde 3 kişi bulunan araca ateş açan bir polis
memurunun, 17 yaşındaki Cezayir kökenli Fransız Nahel M.’yi
trafik kontrolü esnasında öldürmesiyle başlayan ayaklanmalar kısa sürede ülke
geneline yayıldı.  Bu yeni isyan dalgası Fransa
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un
terörizm, sarı yelekliler ve emeklilik yaşıyla ilgili protestoların ardından
karşı karşıya kaldığı krizlere bir tane daha ekledi. Temmuz ortasına gelindiğinde
kentsel şiddet ve yağma dalgasının yoğunluğu görece düşmüş olsa da yakılan ve
kullanılamaz hale getirilen araçlar ve talan edilen mağazaların yanı sıra Fransız
bayrağının resmi bir sembol olarak yer aldığı belediye binaları, polis
karakolları ve okullar da protestocular tarafından hedef alındı ve toplamda
2508 bina zarar gördü. Yerel kütüphaneler,
tiyatrolar ve sinemalar gibi kültürel alanlar da protestolar boyunca yoğun bir şekilde
tahrip edildi. Paris gibi büyük şehirlerde otobüs ve tramvay gibi toplu taşıma
araçlarına milyonlarca avroluk maddi hasar verildiği tahmin ediliyor. Covid-19
salgını sonrası dönemde Fransa’nın
yüksek turizm geliri beklentisinin zirve yaptığı 2023 yaz sezonu ve 2024’te
düzenlenecek Olimpiyatlar öncesinde yaşanan bu toplumsal kriz ülkede adeta soğuk
duş etkisi yarattı. İsyanlar nedeniyle daha şimdiden sadece Paris bölgesinde
rezervasyonların yaklaşık dörde birinin iptal edildiği söyleniyor.

Protestoların şiddeti ve gözaltıların
sayısı bugün için azalma eğilimine girse de Fransa sokaklarındaki polis varlığı
kendisini hissettirmeye devam ediyor. Nahel M.’yi
öldüren polisin açığa alınıp tutuklu olarak yargılanmasına karar verilmesine rağmen
Fransa’nın geneline yayılmış bir toplumsal
gerginliğin altını çizmekte yarar var. Nahel M.’nin ölümünün ardından bu trajik
olayın “açıklanamaz ve affedilemez
olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Macron ayrıca “hiçbir
şey genç bir insanın ölümünü haklı gösteremez
” şeklinde sükûnet
telkin eden bir dil kullandı. Öte yandan, Macron, Cezayir kökenli gencin öldürülmesi
sonrasında yaşanan şiddet eylemlerinin “haklı
gösterilemeyeceğini
” de ifade etti. Ancak, Macron’un
çağrısı ve üst düzeye çıkarılan güvenlik önlemleri, protesto eylemlerinin önüne
geçmekte yetersiz kaldı. Nahel M.’nin öldürülmesine tepki gösterenler, ülke
genelinde farklı şehirlerde sokağa çıkarak güvenlik güçleriyle çatışmaya başladı
ve olaylar Paris’in banliyölerinden Marsilya ve Lyon başta olmak üzere ülkenin
diğer kentlerine hızlı bir biçimde yayıldı. Protestoları kontrol altına
alabilmek için İçişleri Bakanlığı tarafından 45.000 polis ve özel kuvvet görevlendirilse
de bugün gelinen noktada Macron yönetimi ağır bir bilanço ile karşı karşıya.

Belirli şehirlerde alınan kısmi sokağa
çıkma yasakları ve yaygınlaşan gözaltılar ile Fransa’da
yaşanan son şiddet dalgası, ülkenin yakın tarihine damga vuran 2005 banliyö krizini
hatırlattı: 2005’te Nanterre gibi Paris’in bir başka banliyösü olan
Clichy-sous-Bois’da
yaşayan iki genç, polis kontrolünden kaçarken bir trafoya girmiş ve burada
elektriğe kapılarak trajik bir şekilde hayatlarını kaybetmişti. Bu olayın ardından
çıkan protestolar 3 hafta boyunca devam etmiş ve güvenliği tesis edebilmek için
dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, olağanüstü hâl ilan etmişti. 2005’ten
bu yana, Fransız banliyölerinde polis şiddetine dayalı, ölüm ya da yaralanmaya
neden olan olaylar yaşansa da Nahel M.’nin
öldürülmesiyle patlak veren isyan dalgasına benzer bir süreç hiç yaşanmamıştı.
Aslında, tıpkı 2005’te
olduğu gibi bugün de protestocular sosyal yardım eksikliği, ırkçılık, ayrımcılık
ve polis şiddetine karşı ses yükseltiyor. Bu çerçevede, polis karşıtı şiddet
olaylarının yarattığı tansiyon görece azalsa da ülke yeniden ivme kazanabilecek
potansiyel bir isyan dalgasının içinden tam olarak çıkabilmiş değil. Fransa’daki
merkez sağın bir kısmı ile Marine Le Pen ve Eric Zemmour gibi aşırı sağcıların,
yaşanan toplumsal kriz ortamından kendilerine nasıl bir pay çıkarabilecekleri
tartışılırken, Fransa’daki olaylar Belçika ve Almanya gibi yüksek oranda göçmen
nüfusu barındıran diğer Avrupa ülkeleri ve göç hareketlerini Frontex gibi
kurumlarla kısıtlamaya çabalayan Avrupa Birliği (AB) için de büyük önem taşıyor.

Aslında 27 Haziran’daki
dramatik olayın ardından Macron yönetimi için olağanüstü hâl opsiyonu masadaydı.
Ancak 2005’teki banliyö krizinden farklı olarak
bu seçenek tercih edilmedi. Bu açıdan bakıldığında, ek güvenlik önlemlerinin alınmasıyla
şu an için krize kısa vadeli bir çözüm bulunmuş gibi gözüküyor. Olağanüstü hâl
dışında da 2005 ve 2023 krizleri arasında bazı farklardan söz edilebilir. İlk
olarak, 2005’le karşılaştırıldığında bugün yaşanan
kriz, büyük kentlerden oldukça küçük yerel yönetimlerine kadar daha geniş bir
sahada cereyan etmiş ve şiddetin açıkça yaygın ve görünür hale gelmesine sebep
olmuştur. Bilhassa, 2005 olaylarından farklı olarak sosyal medya platformlarının
oynadığı rol çok çarpıcıdır. Nahel M.’nin
öldürülmesini gösteren kısa bir videonun sosyal ağlarda dolaşıma girip gençler
arasında infiale neden olması önemli bir gelişmedir. Bu noktada, Fransız
siyaseti, George Floyd’un
öldürülme sahnelerinin sosyal medya ağlarında paylaşıldıktan sonra protesto
olaylarının yaşandığı ABD ile benzerlik göstermektedir. Her iki örnekte de
sosyal ağlarda adeta “viral” bir şekilde yayılan ve polis şiddetine karşı banliyö
ya da gettolardan yükselen benzer bir duygusal temsil ve toplumsal tepkiler bütünü
ile karşı karşıyayız. Öte
yandan, Cumhurbaşkanı Macron’ın yanı sıra Adalet ve İçişleri Bakanları’nın kullandıkları
ifadelere bakıldığında “yangına
körükle giden
” ve “çıkan
isyanları alevlendiren
” TikTok, Snapchat, Twitter gibi
sosyal medya ağları Fransız resmi söyleminde hedef tahtasına konmuş ve yakın
takibe alınmıştır. Başbakan Élisabeth Borne başkanlığındaki hükümetin, bir Batı
demokrasisinde kolayca düşünülüp uygulanabilir görünmemekle birlikte, sosyal
medya ağlarındaki “hassas”
ve “tehlikeli” içeriklerin kaldırılacağı ve
“karmaşa ve kaos çağırısı” yapan
internet kullanıcılarının belirlenerek ve bunların peşine düşüleceğini ifade
etmesi ise bir başka tartışmayı başlattı.

Krizin kısa bir sosyolojik tahlili yapılırsa,
özellikle işçi sınıfının yoğunlaştığı Fransa’nın
banliyölerinde yaşayan ve kendini toplumdan dışlanmış hisseden gençlerin, polis
tarafından öldürülen Nahel’in
yerinde kendilerinin de olabileceklerini düşünmeleri son derece doğaldır.
Olaylarla ilgili sorgulanan 3915 kişi içinden 1244’ünün yaşı 18’in
altındadır. Buna ilave olarak, gözaltına alınanların %60’ının önceden sabıkası yok.
Göçmenlerin yaşadığı Fransız banliyölerinde büyük çoğunlukla üçüncü veyahut dördüncü
nesil Fransızlar yaşıyor. Ve bu nüfusun büyük bir kısmını gençler oluşturuyor.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in
sözünü ettiği isyanları planlayan “küçük
gruplar
” ve eylemlerini “sosyal
medya üzerinden örgütleyen gençler
” tam da bu semtlerde doğmuş gençler.
Doğduklarından beri Fransız banliyölerinde yaşayan bu gençler ile polis arasındaki
çatışma ve şiddet ilişkisi Fransız toplumundaki yapısal sorunları açığa çıkardı.

Bu yapısal sorunlarla ilgili olarak,
Fransız banliyölerinde özellikle kimliğe dayalı bir dışlanma söz konusu. Nahel
M.’nin ölümünden sonra yaşanan
protestolarda da gençlerin kategorik bir aşağılanmanın körüklediği bir
toplumsal öfke ile karşı karşıya olduklarını söylememiz gerekir. Bu klişe
olarak söylenegelen basit bir “ırkçılık”, “göçmen
karşıtlığı”, “İslamofobi” ya da “postkolonyal
sorunlar”ın ötesinde ele alınması gereken daha ziyade kimliksel bir olgudur. Şurası
bir gerçektir ki, Fransız banliyölerinde yaşayan gençlerin maruz kaldığı yapısal
sorunlar yeni olmayıp daha önceki kuşaklardan ve uygulanan siyasetten miras
kalan ve bir türlü tam olarak çözülemeyen meselelerdir. Banliyölerde yaşayan
birçok gencin geleceğe yönelik inançlarıyla birlikte, umutları ve hayalleri de
gitgide azalmaktadır. Son isyan dalgasında da görüleceği üzere, banliyölerde yaşayan
insanların zaten polisle ilgili hiç de olumlu olmayan bir ilişkisinin olduğu görülmektedir.
Sokakta düzenli olarak yapılan kimlik kontrollerine maruz kalmaları buna bir örnektir.  Bu noktada, yaşları 14 ila 20 arasında değişen,
özellikle Afrika ve Arap kökenli, çoğunluğu Mağrip bölgesinden gelen ailelerin çocukları
olan gençler, polis ve diğer güvenlik kuvvetlerinin kendilerine “Fransızmış”
gibi yaklaşmadığını ifade etmektedir. Genç protestocuların “Nahel
için intikam
” ya da “Nahel
için Adalet”
sloganları ve duvar yazıları arasına
sıkışan söylemlerinde, “ikinci
sınıf vatandaş” olarak algılanmanın yarattığı toplumsal kırılmalara ve şiddet
olaylarına koşut olarak gelişen intikam alma duygularına da dikkat çekmek lazım.
Bir yandan toplumun bu dışlanmış kesimleri marjinalleşirken, merkezi hükümetin
siyasal söyleminin de gitgide toplumsal gerçekliklerden kopuk ve yabancılaşmış bir
yerde durduğu belirtilmelidir. Gençler tarafından 17 yaşında bir insanın bir hiç
uğruna öldürülmesinin yarattığı öfke, nefret ve intikam duygularına yönelik
empati kuramayan ve birçok gözlemciye göre etkisiz bir siyasal dil tercih eden
Macron yönetimi, bu kesimin Fransız Cumhuriyeti değerleriyle yaşadığı aidiyet
sorunlarını tam olarak kavrayamamakta ve bu gençlerin ebeveynlerini
sorumsuzlukla suçlamaktadır.

Fransa’da
özellikle gençlere yönelik daha kapsayıcı eğitim politikalarına dayalı bir toplumsal
rehabilitasyona
gereksinim hiçbir zaman olmadığı kadar ortaya çıkmıştır.
Macron, son protestolardan sonra 220 belediye başkanıyla yaptığı toplantıda, yaşananların
nedenlerini uzun vadede ele almak ve tahrip edilen banliyölerdeki altyapı çalışmalarına
ağırlık vermek isteğini açıkladı. Bu siyasal söylemin, orta ve uzun vadede ne ölçüde
etkili olacağını şimdiden ön görmek pek de mümkün olmasa da banliyölerin
durumunun 2005’e
göre birçok bakımdan değiştiğini de görüyoruz. Bugün, bir şekilde “geri
kalmış” ya da “geri bırakılmış” alanlar söyleminin ötesinde, milyarlarca avro
harcanan Grand Paris Express örneğinde görüleceği gibi metro, otobüs ve
tramvay bağlantıları ile şehir merkezleriyle bağları artırılan ve toplumsal ayrışma
ile mücadele etmeyi hedefleyen bir şehir planlaması ile karşı karşıyayız. Buna
ek olarak, 2024 Olimpiyatları’nın yönetildiği merkez de Paris’in
kuzey banliyösü olan Aubervilliers’de
yer alıyor. Paris, Lyon ya da Marsilya gibi diğer kentlerin banliyölerinde yükselen
yeni modern binalara ve diğer alt yapı yatırımlarına bakıldığında, merkezi yönetimin
ekonomik açıdan bu bölgelerden koptuğunu ileri sürmek pek de gerçekçi değil.
Ayrıca, polis kuvvetleri içinde de Afrikalı ya da Mağrip kökenli polislerin sayısı
da geçmişse nazaran oldukça fazla. Öte yandan, Sciences Po (Siyasal
Bilgiler Enstitüsü) ya da École Nationale dAdministration
(Ulusal İdare Okulu-ENA)
gibi Fransa’nın
seçkin olarak kabul gören okulları da banliyölerden gitgide daha fazla öğrenci
kabul etmeye başladı.

Tüm bu “açılım”lara
rağmen, 27 Haziran’dan
bu yana ülke tam anlamıyla toplumsal, siyasal ve güvenlik odaklı bir krizle
sarsılıyor. Macron yönetiminin “hassas mahalle”ler olarak tanımladığı banliyölerde
yaşayanlarla toplumsal adaletsizlik ve siyasal-kültürel marjinalleşme konusunda
nasıl bir yol izleyeceği ve ne tür bir siyasal iletişim stratejisi izleyeceği
halen muğlaklığını korumaktadır. Eski Başbakanlardan Lionel Jospin’in
1998’de uygulamaya koyduğu, polis
kuvvetleriyle banliyölerde yaşayan topluluklar arasındaki diyalogu ve etkileşimi
artırmaya yönelik bir uygulama olan “mahalle
polisi” (police de proximité) doktrini eski cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy döneminde kaldırılmıştı. Bu seçenek Macron tarafından gündeme alınmasa
da aslında bugün Fransa için en çok ihtiyaç duyulan bir seçenek olarak tartışılması
gereken bir konudur. Söz konusu toplumsal kesimlerle iletişim kanallarının zayıflaması
sonucu protestolar daha da şiddetlenmekte ve kendi kendini yıkan bir hal
almaktadır. Buradan hareketle, Nahel M.’nin
ölümünden sonra gerçekleşen isyanların, 1789 Fransız Devrimi, 1848 Devrimleri,
1871 Paris Komünü ya da 1968 Öğrenci Hareketleri gibi yapıcı-dönüştürücü bir yönünden
söz etmek pek mümkün değildir. Paris ve diğer kentlerde gerçekleşen talan ve yağma
eylemleri daha ziyade kendi kendini yok eden (auto-destruction) ve
toplumsal ilerlemenin dışında kalıp marjinalleşen ve ilerlemeyi geriye saran
bir şiddet eylemleri bütünü olarak değerlendirilebilir. Tüm bu sorunları daha
da çözümsüz hale getiren ise daha önceki Cumhurbaşkanları gibi Macron’un
da banliyö merkezli gözükse de gitgide yaygınlaşan yıkıcı şiddet kısırdöngüsünün
kökenindeki ayrımcılık, dışlanma ve marjinalleşme gibi yapısal meselelere şu an
için kulaklarını tıkıyor gibi gözükmesidir.

Dr. Cem Savaş, Yeditepe Üniversitesi

2008 yılında Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuş, 2009 yılında Paris VIII Üniversitesi’ne bağlı Fransız Jeopolitika Enstitüsü’nde (Institut Français de Géopolitique) yüksek lisansını tamamlamıştır. 2009-2011 yılları arasında Kanada’da araştırma yapmış ve 2011 yılında Laval Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2012 yılında Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler programına başlamıştır. 2016-2017 döneminde Fransa’da Grenoble Alpes Üniversitesi’nde bir saha çalışması yaptıktan sonra Fransız dış politikası, frankofoni ve kültürel diplomasi üzerine yazdığı tez çalışmasını 2019’da tamamlamıştır. 2020-21 döneminde İstanbul Gelişim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmıştır. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (Fransızca) bölümünde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmakta ve Hermès Dergisi’nin (CNRS, Fransa) Türkiye Ofisi’ni yönetmektedir. İlgi Alanları, Fransız Dış Politikası, Jeopolitik yaklaşımlar, Uluslararası İlişkiler Teorileri ve Avrupa çalışmalarıdır.


Bu Yazıya Atıf İçin: Cem Savaş , “Banliyö Krizlerinden Kimlik Krizine: Fransa’daki İsyanların Anatomisi”, Panorama, Çevrimiçi Yayın , 11 Temmuz 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/07/11/cs/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.