Fransa’da Nahel adlı Mağrip kökenli genç bir Fransız vatandaşının polis tarafından öldürülmesi ülkeyi karıştırdı. Olayın daha da alevlenerek yayılmasının sebeplerini anlamak için önce şu sorulara cevap bulmalıyız: Sorunun kökenleri neye dayanıyor? Sokak ve banliyöler yıllardır neden karışık? Mesele etnik veya dini farklılıklardan mi yoksa ekonomik zorluklardan mi kaynaklanıyor? Sosyal hukuk devleti olmakla övünen Fransa’nın bu konudaki karnesi nasıl? En hassas konu olarak da “Fransa değerleri” herkese ve her zaman uygulanıyor mu?
Cevapları aramaya ilk olarak, 27 Haziran’da polis tarafından öldürülen 16 yaşındaki Nahel’in kim olduğunu ortaya koyarak başlayalım. Nahel Cezayir asıllı, annesiyle Paris’in batısında Nanterre’de yaşayan bir gençti. Babasını hiç tanımayan Nahel meslek sahibi olmak istediği için Suresnes’de üniversiteye başlamıştı. Ama maddi imkânsızlıklardan dolayı eğitimine devam edemiyordu. Belki de tek mutluluğu, üç yıldır Nanterre Korsanları Rugbi Kulübü’nde oynamasıydı. Öğrenciliği sürerken okulda zorluk çeken gençleri entegre etmeyi amaçlayan Ovale Citoyen derneğinin programına da dahil oldu. Evini geçindirmek için servis şoförlüğü yaptı. Sabıka kaydı yoktu. İşte böyle bir ortamda ve koşullarda yaşamaya çalışan Nahel, polisin trafik kontrolünde yakın mesafeden vurularak öldürüldü.
Nahel ile ilgili olarak çevresindeki herkes olumlu konuşuyor. Suç işleme eğilimi yok, çetelere karışmamış ve uyuşturucu kullanmıyor. Peki neden bu vahim olay yaşandı? Olayı sıradan bir vaka gibi görmek ya da polisin bir hatası olarak değerlendirmek ne kadar doğru? Nahel’in annesi oğlunun ölümünü bir hata ya da münferit bir olay olarak görmüyor. Nahel’in annesine göre polis memuru oğluna baktığında Arap bir küçük çocuk gördü ve bilerek çocuğa zarar vermek istedi. Aslında bu tespitin ardında Fransa’da göçmen nüfusun yıllardır yaşadığı acı, öfke ve dışlanmışlık duyguları yatıyor.
Nahel’in öldürülmesi ne yazık ki kimseyi şaşırtan bir durum değil. 27 Haziran tarihinde Nahel’in öldürülmesiyle başlayan sokak eylemleri hemen akla 2005’de polis takibi sırasında iki göçmen gencin, 17 yaşındaki Zyed Benna ve 15 yaşındaki Bouna Traoré’nin yaşamlarını kaybetmesiyle sonuçlanan olayları hatırlattı. Paris’teki olaylar hızla bütün Fransa’ya yayılmış ve Villepin Hükümeti, Cezayir Savaşı’ndan beri ilk kez olağanüstü hal ilan etmişti. Dönemin İçişleri Bakanı ise daha sonra devlet başkan olacak Sarkozy idi.
Zeyd ve Bouna’nın ölümünden 18 yıl sonra yine göçmen bir gencin ölümüyle tüm ülkeye yayılan protesto ve şiddet olayları tetiklendi. Bu çerçevede sorulması gereken soru neden bu sorunun 2005’de bırakılan noktadan devam ettiği sorusu olmalı. Ülkede huzur neden sağlanamıyor? Fransız Devriminden bu yana süre gelen değerler yok mu oldu? Fransa’da vatandaş olmak nasıl tanımlanıyor? Toplum “biz” ve “öteki”ler arasında ikiye mi bölünüyor? Fransa vatandaşlarını birinci sınıf vatandaş ve ikinci sınıf vatandaş olarak mı ayırıyor? Kuşkusuz sorunun çok farklı yönleri var ama özellikle mağdur olan grup doğal olarak ayrımcılığa uğradığını ve ikinci sınıf vatandaş olduğunu hissediyor ve düşünüyor.
O zaman kendini öteki ya da dışlanmış görenler kimler? Öncelikle bu çerçevede ilk dikkate alınması gereken konu Fransa’nın kolonyal geçmişi. Başta Afrika olmak üzere farklı coğrafyalarda Batı ile olan ilişkilerde kolonyal geçmiş önemli bir rol oynuyor. Cezayir Savaşı sonrasında yaşananlar Fransa ile eski sömürgeleri arasındaki ilişkiyi gözler önüne seren en önemli örneklerden biri. Fransa’nın sömürge politikaları çerçevesinde birçok farklı etnik kökenden vatandaşları bulunmakta. Bunlar arasında ise Mağribi kökenliler ilk sıralarda yer almakta.
Peki Fransa’da Mağribi kökenli Fransız vatandaşlar neden bir sorun olarak görülüyor ve neden devletin tüm sosyal politikalarına rağmen istenen noktaya ulaşılamıyor? Arap ya da Mağribi kökenliler Fransızlar için Aşil’in topuğu mu? Hassasiyet nereden kaynaklanıyor? Muhammed, toplumda neden Michel gibi muamele görmüyor? Kuşkusuz kökeni eskilere dayanan bu sorunun çok farklı boyutları mevcut. Tabi en öne çıkan ve tartışılanı kimlik boyutu. Farklı kökenden olanlar için kendi kültürleriyle Fransız kültürü arasında sıkışmış bir yaşam söz konusu. Onlar için tanımlanan sterotiplere tepki gösteriyorlar. Asimilasyon ve entegrasyon açmazı son derece hayati. Üçüncü kuşak Mağribi kökenliler hala bu arada kalmışlığı hissetmekte. Eğitimden, iş bulmaya, ikametten sosyal aktivitelere kadar yaşamın her alanında güvensizlik, şüphe ve mutsuzluk hâkim. Bunun sonucu ise korkunç bir öfke ve nefret.
Kimlik dendiğinde ne anlamamız gerekiyor? Çok yalın bir ifadeyle Fransa’ya sonradan gelen ve vatandaş olan herkes farklı kimlik kategorisinde mi? Eski Fransız sömürgesi ülkelerden kolonyal geçmişiyle gelenler ya da başka yollarla Fransa’ya gelip vatandaşlık kazananlar aynı durumdalar mı? Afrika kökenli gruplar için Mağribi olsun ya da olmasın renk en rahatsızlık veren unsur yani beyaz olmayan Fransız olmak. İşte bu algının ülke içinde büyük sorun yarattığı açık. Beyaz olmamak çoğu zaman birçok konuda dezavantaj. Rengin yanında belki de birbirlerine bağlı görülebilecek etnik kimlik de hep dile getiriliyor. Arap, Mağribi ya da Afrika kökenli olmak…Diğer Fransızların gözlerinde farklı görülmek. Ama onlar da bu farklılığı yani kimliklerini korumak istiyorlar. Fransız vatandaşı olmalarının geçmişlerini silmelerini gerektirmediğini düşünüyorlar. Dilleri, müzikleri, yemekleri, yaşamları bulundukları ülkeye büyük zenginlik katıyor. Örneğin Cezayir Yahudisi kökenli Enrico Macias Arap Endülüs müziğini tüm dünyaya tanıttı ve sevdirdi. Fransa’nın müzik açısından ünlü yüzlerinden biri oldu ve kabul gördü. Bu aşamada kimlik içindeki din unsurunu da dikkate almak gerekir. Müslüman olmanın ciddi bir fark yarattığını tartışmaya gerek yok. Fransa’nın laik yapısına rağmen son yıllarda İslam ve Müslüman vatandaşların yaşam şekilleri üzerine gergin süreçler yaşanıyor ve büyük tartışmalar yapılıyor.
Sorunu anlamak için sormamız gereken bir diğer soru da uzun zamandır aynı bayrak altında yaşayan farklı etnik kökenli Fransızların yaşadıkları mekanlar. Bu aşamada büyük oranda banliyöler ön plana çıkıyor. Banliyö kelimesi Fransa’da onüçüncü yüzyılda “ban” kelimesinden yani şehir çevresinde senyörün kontrol ettiği topraklardan türetildi. Fransa’da banliyö anlayışı, ondokuzuncu yüzyılın sanayi devrimine, işçi sınıfının doğuşuna ve onun siyasi mücadelelerine çok şey borçlu. Paris’in kentleşmesi gibi özellikle de Baron Haussmann ve III. Napolyon’un yaklaşım ve uygulamaları sayesinde, işçi sınıfları banliyölerin ötesindeki sanayi bölgelerine ulaşmak için şehir merkezini terk etti.
Bir anlamda belli çerçevede banliyö, ekonomik açıdan bir seviyeyi ya da yaşam tarzını ifade ediyor. Burada sadece kimlik değil ekonomik ve sosyal faktörler de ön plana çıkıyor. Fransa için şehir merkezlerinin çeperinde yer alan banliyöler, kentleşme çerçevesinde göçmenlik, ırkçılık, ayrımcılık, istihdam, işsizlik ve şiddet gibi birçok sorunun ve girift ilişkinin odağı oldu. 1981 yazında Lyon’da yaşanan olaylar, banliyölerin sorun olarak görülmeye başlamasında bir milat oldu. Sorunun büyümesinin ardından 15 Ekim 1983’te Marsilya’dan 32 kişiyle bir yürüyüş başladı ve 3 Aralık tarihinde Paris’e yürüyenlerin sayısı 100.000 kişiye ulaştı. Beurs[1] Yürüyüşü olarak bilinen bu hareket eşitlik talebi ve ırkçılığa karşı ilk büyük toplumsal tepki olarak kabul ediliyor.
Nahel öldürüldükten sonra Fransa’da siyasal ve sosyal olarak neler yaşandı? Tek cümleyle ülke, sokakların tepki, öfke ve şiddet dalgası altında boğuldu. Yağmalama ve saldırılar Fransız ekonomisinde milyonlarca avroluk çok ağır bir hasara yol açtı. Cumhurbaşkanı Macron krizi yönetmede başarısız oldu. Geriye dönüp bakıldığında 2017’de kabul edilen güvenlik yasası toplumu cendereye sokan ve patlamaya sevk eden en temel etken. Yasanın kabulünden sonra polisin ölümcül güç kullanımı %350 arttı. Bu tabloyla yakından ilintili olarak öldüren polis için Eric Zemmour’a yakın Fransız siyasetçi Jean Messiha yardım kampanyası başlattı. Bu kampanya gerçekten büyük bir utanç olarak görülmelidir. Paris Emniyet Müdürü Laurent Nunez polis teşkilatında ırkçılık var mı sorusuna hayır yoktur diye kesin cevap verirken, polise yardım kampanyasıyla ilgili soruya yorum yapmayacağım yanıtını verdi.
Peki
bundan sonra ne olur? Hükümet güvenlik tedbirleri dışında nasıl adımlar atar? Fransa’da
toplumsal meşruiyeti olan, dengeleri gözeten, her vatandaşın kendini eşit
hissettiği, adalete güvendiği,
şiddetin olmadığı, güvenlik ve refahın beraberce düşünüldüğü politikalara
ihtiyaç olduğu aşikâr. Aynı şekilde devletle birey arasında aidiyet duygusu,
güven ve bağlılık güçlendirilmesi gerekli. Olayın çok farklı boyutları var ve
bunların hepsine yönelik
adımları devlet ve vatandaş birlikte atmalı. Her zaman sözü edilen, gurur duyulan ve dünyaya örnek gösterilen Fransız değerleri
hatırlanmalı ve buna göre
kamu politikaları geliştirilmeli.
Hükümet bunları yapmaz ya da yapamazsa halk geçmiş örneklerdeki gibi inisiyatif
alabilir.
[1] Fransa topraklarında doğmuş, göçmen Arap ailelerin çocuklarına verilen ad.
Doç. Dr. Ali Faik Demir, Galatasaray Üniversitesi
1969’da İstanbul’da doğan Ali Faik Demir Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi S.B.F’de uluslararası ilişkiler bölümünde eğitim görmüştür. İstanbul Üniversitesi S.B.F’de başladığı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler yüksek lisans programını 1994’de tamamlamıştır. Aynı üniversitedeki doktora eğitimi sırasında Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble’da araştırmalarda bulunmuş ve 2000’de doktora derecesini almıştır. Ali Faik Demir, 1994’te Galatasaray Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Doçent olarak aynı kurumda çalışmaya devam eden Demir, Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcılığını 3 yıl yaptıktan sonra halen Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde “Türk Dış Politikası”, “Türkiye’de Siyasal Yaşam”, “Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri”, ve “Kafkasya ve Orta Asya’da Strateji” derslerini vermektedir. Uluslararası İlişkiler alanındaki çeşitli dergi ve yayınların danışma kurulu ve yayın kurullarında görev almaktadır. Demir’in bilimsel dergilerdeki makalelerinin yanında “Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya”, “Türk Dış Politikasında Liderler”, “Şaman ve Türk Dünyası” ve “Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye-ABD İlişkilerinde Orta Doğu ve Lider Diplomasisi” adlı kitapları yayınlanmıştır.
Bu Yazıya Atıf İçin: Ali Faik Demir, “Banliyöler Fransa’nin Aşil Topuğu Mu?”, Panorama, Çevrimiçi Yayın , 13 Temmuz 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/07/13/afd/
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.