Türk Yunan İlişkilerindeki Yeni Yakınlaşma Süreci Somut Çıktılar Sağlayacak Mı?- Altuğ Günal
11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde
Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen ve Rusya-Ukrayna savaşı ile
İsveç’in NATO üyeliğinin ana gündem olduğu NATO Zirvesi’nde, Cumhurbaşkanı
Erdoğan ile Başbakan Mitçotakis’in yıllar sonra
doğrudan görüşmesinin,
ilişkilerde yeni bir dönemi
açtığı yönünde bir kanı
hakim. İki lider, seçimleri yeni kazanmış olmanın verdiği meşruiyet ve halk
desteğinin katkısı ile, sorunların çözümü ya da en azından ilişkilerin tekrar
normalleşmesi yönünde umut
veren açıklamalar yapmış idi. Vilnius’ta her ne kadar kritik
konular gündeme getirilmemiş ve sonraki görüşmelere bırakılmış olsa da, üst düzey doğrudan diyaloğu tekrar başlatması açısından önemli. İşte bu sonraya bırakılan
kritik görüşmelerin ilki 5
Eylül’de Yunanistan Dışişleri Bakanı Yerapetritis’in Türkiye’yi
ziyaret etmesi ve mevkidaşı Fidan ile görüşmesi neticesinde yapılacak. Bir aksilik olmaz ise sonraki iki önemli görüşme ise Eylül ortasında New York’taki
BM Genel Kurul çalışmaları sırasında ve Ekim ayında Selanik’te,
Türk-Yunan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nde yine Erdoğan ve
Mitçotakis arasında gerçekleşecek. Bir çeşit Ortak Bakanlar Kurulu
sayılabilecek Konsey’in Erdoğan’ın önerisi ile ilk kez 2010’da toplandığını ancak
2016 yılından beri donmuş durumda olduğunu hatırlatmak gerekir.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki uzun
süreli gerilimin ardından kısa süre önce başlayan yakınlaşma1999’daki
depremler sonrasında başlayan yakınlaşmaya benzer şekilde ilerliyor. Şubat
ayındaki deprem felaketi sonrasında Yunanistan’dan
taziye mesajları ve önemli
miktarda yardım gelmiş ayrıca dönemin dışişleri bakanları Dendias ve Çavuşoğlu
deprem bölgesini birlikte
ziyaret etmişti. Sonrasında dönemin
savunma bakanları da birlikte bölgede
incelemede bulunmuş ve başka üst düzey
ziyaretler devam etmişti. Ziyaret esnasında Yunan savunma bakanının “”ilişkileri
düzeltmek için başka bir depremi beklemeyelim
demesinin ardından karşılıklı olumlu söylemler arka arkaya gelmeye devam etti. Avrupa Komisyonu ve İsveç
Konsey Başkanlığı’nın deprem nedeniyle Mart ayında Brüksel’de
organize ettiği Uluslararası Bağışçılar Konferansı’nda da ilişkilerdeki
yumuşama pekişti ve taraflar birbirlerinin uluslararası platformlara
üyeliklerini destekleme kararı aldı. Bu çerçevede örneğin
Yunanistan’ın Türkiye’nin BM Güvenlik
Konseyi Geçici üyeliği
adaylığını desteklemesi bekleniyor.
Yunanistan’da
28 Şubat’ta yaşanan büyük tren kazası ve yaz başından beri devam
etmekte olan yangınlar konusunda Türkiye’nin verdiği destek de
ilişkilerin gelişimine katkı sağlayan diğer faktörler oldu.
Devam eden Türkiye karşıtı milliyetçi söylemlere ve Yunan içişleri bakanı Voridis’in, Rodos
yangınını Türk
ajanlarının çıkarmış olabileceğini iddia etmesine
rağmen, bizzat Miçotakis, sosyal medya
hesabından Türkiye’ye şükranlarını sundu.
Yerapetritis’in
ziyaretinden ne beklenmeli sorsuna gelince; iki ülke Dışişleri Bakanlıklarından
yapılan resmi açıklamaya
göre Fidan ve Yerapetritis’in
ikili ilişkiler ve bölgesel
sorunları görüşeceklerini
söyleyerek başlanabilir. Ancak bakanların aslen Atina ile Ankara arasında
yakınlaşmayı sağlayacak adımların ne olacağını ve önümüzdeki üst düzey toplantıların gündemlerini belirleyecekleri biliniyor. İki
bakan da çok iyi üniversitelerden doktorası ve ayrıca akademik yönü olan
tecrübeli isimler. Birisi uluslararası ilişkiler diğeri ise hukuk alanında
uzman iki bakan arasında iyi kişisel ilişkilerin kurulması sayesinde bazı
meselelerin gerginliğe dönüşmeden
çözüldüğü bizzat Yerapetritis tarafından yakın zamanda ifade edildi.
Bununla birlikte Yerapetritis’in çok sayıda akademik yayını
arasında, Annan Planı ile ilgili bir kitap incelemesi dışında Türk-Yunan
ilişkilerine dair bir çalışması
yok. Dolayısıyla ikili ilişkilere dair düşüncelerini öğrenebilmek için eski
konuşmalarına bakmak gerekiyor.
25 Haziran’da yemin ederek dış işleri
bakanı olmasının ardından Yerapetritis’in, sert ve geleneksel
Yunan tezlerini yansıtan konuşmalarını görece yumuşattığı görülüyor. Yerapetritis,
hedefinin Türk-Yunan ilişkilerinde, son aylarda yaşanan sakin dönemin uzun ömürlü olması olduğunu söylüyor.
Ancak yumuşatılmış yeni söylemlerin arasına, aslında bilinen Yunan tezlerinin
yerleştirildiğini tespit etmek güç değil. Örneğin
Yerapetritis, Yunanistan’ın son dönemde Türkiye ile ilişkilerde
oluşan olumlu atmosferi değerlendirmeye ve kıta sahanlığı ile MEB konularındaki anlaşmazlıkları çözmek
amacıyla uluslararası deniz hukuku temelinde diyalog için şartları
şekillendirmeye hazır olduğunu ifade ediyor. Yakın zamandaki bir başka konuşmasında ise MEB ile kıta sahanlığı
üzerine temel bir anlaşmazlıkları olduğunu, bu konuda uluslararası hukuka ve özellikle de deniz hukukuna saygı
duyulması gerektiğini, Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) gitmeyi
planladıklarını söyledi. Bu
söylem zaten yıllardır olduğu
gibi Yunanistan’ın sadece bu bağlantılı iki meseleyi ve onu da deniz hukuku
çerçevesinde müzakere edeceğini gösteriyor.
Kabaca hatırlatmak gerekirse Türkiye’ye göre, Ege Denizi yarı kapalı özel bir yapıya
sahip olduğu için, çok taraflı antlaşmalarla tanımlanmış genel kurallara değil,
özel antlaşmalarla
belirlenmiş buraya has kurallara tabi olmalı. Yunanistan ise Ege’nin özel durumunu kabul etmiyor ve
sorunların uluslararası deniz hukuku ve özellikle 1982’de kendisinin de taraf
olduğu ancak Türkiye’nin imzalamadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne
(BMDHS) göre çözümlenmesi
gerektiğini savunuyor. Türkiye için, her iki ülkenin de stratejik, ekonomik ve
politik çıkarlarının bulunduğu Ege konusundaki söz konusu anlaşmazlıkların uluslararası arabuluculara sunulmadan önce iki taraf arasında
tartışılması daha doğru. Ancak, bu öneri
uluslararası mahkemelerin kendi lehine karar vereceğini değerlendiren Yunanistan tarafından
kabul görmüyor. Bununla
birlikte, Türkiye’nin Adalet Divanı yerine yine aslında onun kadar
uluslararası hukuka uygun bir başka yöntem olan müzakereleri tercih etmesi, Yunanistan’ın, Türkiye’nin
hukuk dışı bir çözüm peşinde
olduğu yönünde propaganda
yapabilmesine imkan tanıyor. Halbuki
1976 yılında Yunanistan’ın başvurduğu UAD öncelikle karşılıklı müzakere edilmesini önermişti. (bknz:
Günal ve Sepli, “Türkiye-Yunanistan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Aktörler,
Krizler, Tercihler, Çözümler, (ed.) Sertif Demir and Poyraz Gürson, Barış
Kitap, 2017)
Yunanistan’ın müzakere edilebilecek
(UAD’na götürülme
koşuluyla) tek konunun deniz yetki alanları olduğu, geri kalanların ise Türkiye’nin
bölgedeki haksız ve
dayanaksız talepleri olduğu yönündeki tezinde herhangi biri
değişiklik yok. Yunanistan eğer bu konuyu müzakereye açarsa, bu konudaki
egemenliğinin de tartışılır hale geleceğinden endişe ediyor. Nitekim Yerapetritis,
Devlet Televizyonu ERT’ye, uluslararası yargı önüne getirilebilecek tek
anlaşmazlığın deniz alanlarının sınırlandırılması olduğu ve Yunan hükümetinin egemenlik haklarını
Türkiye ile asla görüşmeyeceği
yönündeki geleneksel tezi tekrarladı.
Hükümet sözcüsü
Marinakis’in de, Türkiye ile toplantı ve girişimlere her zaman,
egemenlik hakları konusunda en ufak bir geri adım atmadan katılacaklarını hatırlattığını
da belirtmek gerekir.
Pozitif söylemler içerisinde Kıbrıs hakkında da
herhangi bir ışık söz konusu
değil. Başbakan dahil Yunan
hükümet üyeleri iki devletli
çözümü kesin bir dille reddedip BM parametrelerine dönüşü savunurken, Türk hükümet üyeleri de federal bir çözümü ve eski
BM parametrelerini kesin bir dille reddedip iki devletli çözümü savunuyor. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan
Kıbrıs Türklerinin egemen eşitliği
ve eşit uluslararası statüsü tescil edilmedikçe yeni bir müzakere sürecine
girişilmesinin söz konusu
olmadığını, Mitçotakis ise
iki devletin müzakere edilmeyeceğini açıkça ilan etti. Kıbrıs’ın, geçtiğimiz hafta Pile yolu ile ilgili
yaşananlara benzer krizler çıkarmaya her zaman gebe olduğunu da hatırlatmak
gerekir.
Peki ilişkiler nasıl ilerleyecek?14
yıl önceki deneme bize fikir verebilir çünküyaşanan doğal felaketler
sonrası ilişkilerde tecrübe edilmekte olan yumuşama çabası aslında bir ilk
değil. Genel itibariyle “dostluk yılları”
olarak kabul edilen 1930’lar ve 1945-54 dönemine ilaveten Türk-Yunan
ilişkileri, 1999’da kontrollü gerginlikten kısmen sıyrılıp, tekrar bugünküne
benzer göreceli bir yumuşama
evresine girmişti. Ağustos ve
Eylül aylarında sırasıyla İstanbul ve Atina’da yaşanan depremler
sonrasında karşılıklı yardımlar ile iki halk arasındaki empatinin artması, dönemin Türk ve Yunan Dışişleri
Bakanları Cem ve Papandreou’nun iyi kişisel
ilişkiler kurması ve turizm, kültür, çevre ve eğitim gibi çeşitli alanlarda
ikili işbirliğini geliştirmesi; iki tarafın da gergin rekabetin ekonomik
yükünden yorulması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
(AB) üyelik hedefi ve Yunanistan’ın Aralık 1999’da
bazı ödünler karşılığı da olsa Türkiye’ye (AB) aday statüsü
verilmesine engel olmaması, ana nedenler olarak sayılabilir. Bununla birlikte
ilişkilerdeki düzelmeye ve bu amaçla çeşitli mekanizmaların kurulmuş olmasına
rağmen, iki ülke arasındaki önde
gelen sorunların çözümünde kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. (bknz: Günal
ve Sepli, “Türkiye-Yunanistan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Aktörler,
Krizler, Tercihler, Çözümler, (ed.) Sertif Demir and Poyraz Gürson, Barış
Kitap, 2017) Günümüzde yaşananlar da bir anlamda 1999 sonrası umut veren ancak
başarı sağlayamayan gelişmeleri hatırlatmakta. Üstelik bu seferki çabanın başarılı olması için daha iyi ya da uygun bir
konjonktürün olduğunu söylemek
de güç. Taraflar halen Ege’de, ne sorunların ne de çözüm yönteminin ne olduğu konusunda anlaşabilmiş
değil. Ancak yine de bu süreçte iki ülke ilişkilerindeki olumlu söylemin devam ettirilmesi ve diyalog
kanallarının açık tutulması için çalışılacaktır. Güven Artırıcı Önlemler ve Yüksek İşbirliği
Toplantıları muhtemelen yeniden başlayacaktır. Dolayısıyla ortak çıkarların
olduğu kültür, turizm ve ticaret alanlarında, ya da doğal afetlerle ortak
mücadele gibi teknik konularda olumlu gelişmeler yaşanabilir ve yaşanmalıdır
da. Nihayetinde; yakınlaşma, gerginliğin azaltılması ve ekonomik sıkıntılar
yaşayan iki ülkenin silahlanmaya harcamak zorunda kaldığı bütçeyi sosyal
politikalar lehine kısması elbette doğru olandır. Ancak şu an öngöremediğimiz bir küresel ya da
bölgesel gelişme olmadıkça, kemikleşmiş sorunlar üzerine önemli bir ilerleme beklemek fazla iyimser
olur. Türk ve Yunan hükümetlerinin, çoğu milli davaya dönüşen meselelerde çözüm
için attığı herhangi bir adım, bazı kesimlerce taktir görürken diğer kesimlerce
vatana ihanet olarak bile değerlendirilebilmektedir. Dolayısıyla müzakerelerin
doğası gereği verilmesi zorunlu olan karşılıklı tavizler, hükümetler için iç
politikada ciddi riskler içerebilir.
Yine de, İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi neticesinde
Türkiye-ABD ilişkilerinin düzeleceği yönündeki beklenti gerçekleşirse, dev bir
Amerikan askeri üssüne dönüşmüş olan Yunanistan’da direnç kırılabilir. Ayrıca
Türkiye’nin AB yolundan ayrılmasının, Yunanistan’ın çıkarlarına hiç uygun
olmadığını, Mitçotakis dahil Yunan liderlerin birçok kez dile
getirdiğini unutmamak gerekir. Bu çerçevede Türkiye’nin AB ile müzakere süreci
de umulduğu gibi yeni dönemde tekrar rayına girer ise, Yunanistan Türkiye’nin
üyelik umudunu kaybedip daha sert politikalar izlememesi için tavize hazır
olabilecekken, Türkiye de, veto gücüne sahip Yunanistan ile uzlaşmaya daha açık
hale gelebilir. İlaveten, Türkiye’nin çeşitli nedenlerle ilişkilerini bozduğu
ve Yunanistan ile yakınlaşmaya ittiği ülkeler ile tekrar normalleşmeyi tercih
etmesi de Yunanistan’ı, avantajını kaybetmiş olmanın endişesiyle politika
değişikliğine sevk edebilir. Ancak bu süreçte özellikle dikkat edilmesi gereken
bir konu daha vardır. Malum Fransa, Türkiye ile Doğu Akdeniz ve Afrika dahil
birçok alanda rekabet içerisindedir ve Yunanistan ile sorunlarını çözmüş bir
Türkiye’nin daha etkin hale geleceğinin farkındadır. Üstelik Türk-Yunan
gerginliği sayesinde Fransa, Yunanistan’ın en büyük silah tedarikçisi haline gelmiş, özellikle sattığı Rafale
savaş uçakları ve FDI sınıfı fırkateynler
ile silah satış kar rekorları kırmıştır. Dolayısıyla, Fransa’nın bu yakınlaşmayı
engellemek için çaba göstermesi mümkündür. Nitekim geçtiğimiz hafta Fransız
medyasında Türkiye ile Yunanistan’ın savaştığı ve Fransa’nın 2021’de onaylanan
savunma anlaşması çerçevesinde savaşa dahil olarak Yunanistan’ı kurtardığı
gelecek senaryolarının yer alması, tesadüf değildir.
Doç. Dr. Altuğ Günal, Ege Üniversitesi
Doç. Prof. Dr. Altuğ Günal; lisans ve yüksek lisans derecesini Ege Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler alanında, doktora derecesini ise Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Avrupa Çalışmaları alanında almıştır (2011). Doktora derslerinin ve doktora tezinin bir kısmını Exeter Üniversitesi ve Zagreb Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (NTNU), Aalborg Üniversitesi, Zagreb Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi’nde araştırmacı veya konuk akademisyen olarak ayrıca çalışmıştır. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda Türkiye’nin iç ve uluslararası çıkarlarını öğretmiş ve halen Foça Amfibi Deniz Piyade Tugayı’nda Kıbrıs Barış Harekatı Müzesi’nin tarih danışmanlığını yapmaktadır. Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi ve bölüm başkan yardımcısı olarak çalışan Günal’ın öncelikli çalışmaları ve yazım konuları arasında Kıbrıs Sorunu, Balkanlar, İnsani Müdahaleler, Koruma Sorumluluğu ve Avrupa Birliği yer almaktadır.
To cite this work : Altuğ Günal, “Türk Yunan İlişkilerindeki Yeni Yakınlaşma Süreci Somut Çıktılar Sağlayacak Mi?” , Panorama, Online , 4 September 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/09/03/ag-2/
Copyright@UIKPanorama. All on-line and print rights reserved. Opinions expressed in works published by the Panorama belongs to the authors alone unless otherwise stated, and do not imply endorsement by the IRCT, Global Academy, or the Editors/Editorial Board of Panorama.