Afrika Ülkelerinde Gerçekleşen Darbeler Hakkında Ne Biliyoruz? – Elem Eyrice – Tepeciklioğlu


Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğu 1950 ve 1960’lı yıllarla birlikte eski sömürgeci güçlerden siyasi bağımsızlıklarını kazandı. Ancak 1960’lı yılların ikinci yarısına gelmeden azımsanmayacak sayıda Afrika ülkesi darbe ya da darbe girişimlerine sahne oldu. Bu konuda en çok atıf yapılan kaynaklardan Powell ve Thyne’nin 2011 tarihli çalışması, 54 Afrika ülkesinden 45’inde bağımsızlık sürecinin ardından bir darbe girişimi yaşandığını göstermekte.

Afrika ülkelerinde sıklıkla gerçekleşen bu
darbeler silsilesinin, Türk medyasında nispeten daha yakın bir dönemde ilgi çekmeye başladığını görüyoruz. 2023 yılının temmuz
ayında önce Nijer’de, kısa süre sonra
da Gabon’da
ordunun yönetime el
koymasının ardından pek çok kişi, bu askeri müdahalelerin arkasında hangi dış
gücün olduğunu sorgulamaya başladı. Darbelerin çoğunun eski Fransız sömürgelerinde gerçekleşmesi
akıllara ilk olarak Fransa’yı
getirirken, Rus özel güvenlik
şirketi Wagner Grubu’nun
son dönemde Afrika
ülkelerinde artan popülerliği ve görünürlüğü
nedeniyle azımsanmayacak sayıda uzman da darbelerden Rusya’yı sorumlu tuttu.

Bu yazıda, Afrika’daki “darbe salgını” hususunda çokça tartışılan bazı hususlara
atıfta bulunarak, bu alanda herhangi bir sorgulamaya fırsat vermeden doğru
olarak kabul edilen bazı argümanlar hakkında okuyucuyu düşünmeye sevk etme
amacını taşımaktadır. Kıtadaki askeri müdahaleleri değerlendirirken hiçbir aktör ve faktörün dışarıda bırakılmaması ve indirgemeci yaklaşımlardan kaçınarak
bütüncül bir analiz çerçevesi benimsenmesi önemlidir. Dolayısıyla burada Afrika ülkelerinde gerçekleşen askeri müdahalelerle ilgili en çok öne sürülen görüşleri tartışmaya açmayı
hedefliyorum.

Afrika
siyasetindeki bütün olumsuzlukların ve dolayısıyla askeri darbelerin kaynağı
kolonyal d
önemdir.

Bilindiği üzere
1884-1885 yılları arasında düzenlenen Berlin Konferansı ile Afrika kıtası
Avrupalı güçlerce sömürgeleştirilmişti. Kolonyal dönem, Atlantik köle ticaretiyle birlikte Afrika’nın beşeri ve doğal kaynaklarını sömürüp kıtayı geri bırakmakla
kalmadı, Afrika ülkelerinin
sosyal, iktisadi ve siyasi yapılarında kökten değişikliklere
yol açtı.

Bağımsızlık sonrası
süreçte pek çok Afrika ülkesinde İngilizce ya da Fransızca gibi eski sömürgeci güçlerin dili resmi/ulusal
dil olarak kabul edilirken, bu kıta
dışı aktörler Afrika
ülkelerinin temel ticaret ortakları olmaya devam ettiler. Bu durumun yeni bir
tür bağımlılık ilişkisi
yarattığı hatta neo-kolonyalizm çağını başlattığı söylenmekte. Bununla birlikte, Afrika
ülkelerinin pek çoğunun sahip oldukları zengin doğal kaynaklara rağmen
yoksulluk, gelir eşitsizliği, işsizlik
ve yolsuzluk gibi sorunlarla boğuştuğu, hükümetlerin meşruiyet krizi yaşadığı ve sivil toplumun iktidar
karşısında nispeten zayıf bir konumda bulundukları görülmektedir. Peki sömürgeci dönemin sona ermesinin ardından bu kadar uzun süre geçmiş olmasına rağmen, Afrika ülkelerinde yaşanan sorunların
devam etmesi bize ne anlatıyor?

Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğunda
bağımsızlık sonrası dönemde
iktidara gelen siyasi elit bizzat bu bağımsızlık mücadelelerini yürüten grup
olmuştur. Sömürgeci güçlerden
iktidarı devralan bu yeni siyasi grup, süreç içinde sömürge döneminden
kalan bürokratik yapılanmaları ortadan kaldırmakla kalmamış, ulusal birlik ve
kalkınma gibi önceliklere
vurgu yaparak çok partili yaşama geçişi ellerinden geldiğince geciktirmiştir.
Bu grubun ülkeyi uzun yıllar yönetmek
için gerekli anayasal düzenlemeleri yapmakta da oldukça hızlı davrandıkları görülmektedir. Ülkeyi yönetme konusunda çok fazla deneyimi olmayan bu elitlerin kamu
kuruluşlarında nitelikli iş gücüne dikkat etmekten ziyade kendilerine sadık (ya
da kendileriyle aynı etnik gruba mensup) kişileri istihdam etmesinin de
etkisiyle kamu kaynaklarının verimsizce hatta savurganca kullanılması (burada
çoğu zaman etnik siyaset devreye giriyor) zamanla Afrika ülkelerinde kronik
sorunlar haline gelmiştir.

Böylesi bir ortamda silahlı kuvvetlerin en
güçlü olmasa da en organize yapılanmalar olarak ön plana çıktığını görmekteyiz.
Belki de daha önemlisi, gücü
kullanma araçlarına sahip olması silahlı kuvvetlere toplumdaki diğer kesimlere
göre önemli bir avantaj sağlamıştır. İktidarın
demokratik yollarla değişme imkânı olmadığı durumlarda askeri müdahalelerin
yaşanması da kaçınılmaz olmuştur.

Ancak Afrika
ülkelerinin çoğunda halkın iktidarı demokratik olmayan yollarla ele geçiren
silahlı kuvvetlere yönelik
bir sempati beslediğini hatta destek verdiğini görüyoruz. Afrobarometer tarafından yayınlanan 2022 tarihli bir rapor,
Afrikalıların yarısından azının (%44) seçimleri iktidarın değişmesi yönünde bir araç olarak gördüklerini göstermekte. 1967 yılından beri aynı aile
tarafından yönetilen Gabon’da ise bu oran yüzde
14 gibi oldukça düşük bir
seviyede. Başka bir deyişle, seçimler düzenlense de bu seçimlerin adil bir
şekilde gerçekleştiğine dair bir inancın mevcut olmaması ve halkın demokrasinin
varlığından daha önemli önceliklerinin olması, askeri
darbelere verilen halk desteğini bir nebze de olsa açıklıyor. Dolayısıyla sömürgeci dönemin mirasını kabul etmekle birlikte,
Afrika ülkelerinde mevcut yönetim
sorunlarını ve demokrasi kültürünün gelişmemesinin nedenlerini de göz ardı etmemek gerektiği
ortadadır.

Afrika ülkelerinde gerçekleşen her darbe
bir dış gücün eseridir.

Batı Afrika ve Sahel
bölgesinde son dönemde ardı ardına yaşanan
darbelerle ilgili en sık ortaya atılan argümanlardan biri, bu askeri
müdahalelerin dış güçlerle özellikle
de sömürgeci geçmişinden
dolayı bölgedeki en etkin güç
olan Fransa ya da Rus paralı askerlerin pek çok Afrika ülkesindeki varlığını
hızla artırmalarından dolayı Rusya ile ilgili olabileceği idi.

Afrika’daki
darbelerde dış aktörlerin
etkisi yadsınamayacak ölçüdedir.
Burada Afrika ülkelerindeki mevcut ekonomik sorunlar ve siyasi istikrarsızlık
ortamının onları dış müdahalelere daha açık yapmakta olduğu hususunu da göz önünde bulundurmalıyız.

Öte yandan,
darbecilerin de artan Fransız karşıtlığını lehlerine kullanarak bu anti-Fransa
retoriğini eylemlerine meşruiyet katmak için kullandıklarını görüyoruz. Örneğin, Nijer’de General
Abdourahamane Tchiani liderliğindeki askeri cunta, devrik lider Mohamed
Bazoum’un
“Fransız
kuklası” olduğu iddiasını iktidara el koymak için kullanırken, Fransa ile
imzalanan beş askeri anlaşmayı iptal etti.

Bununla birlikte,
Gabon’da
Ali Bongo’nun
Fransa’dan
giderek uzaklaşarak özellikle
Çin ve Birleşik Krallık gibi ülkelere yönelmesi hatta Gabon’un
2022 yılında Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) üyesi olması, Fransa’nın ülkedeki etkisinin giderek azaldığı ve bu nedenle
darbeye destek verdiği iddialarına neden oldu.

Birleşmiş Milletler
verilerine
göre Afrika, dünya maden rezervlerinin yüzde
30’una
ev sahipliği yapmakta. Krom ve platinyum gibi bazı madenlerde ise bu oran yüzde
90’lara
kadar çıkmakta. Darbelerin gerçekleştiği ülkelerin uranyum, altın ve petrol
gibi önemli yer altı
zenginliklerine sahip olması ve çok uluslu şirketlerin bu ülkelerde önemli yatırımlarının bulunması
hatta bu yer altı kaynaklarının genelde bu şirketlerce çıkarılması da Afrika’da ne zaman bir
askeri müdahale yaşansa dışsal faktörlerin
rolünün sorgulanmasına yol açıyor.

Wagner lideri
Yevgeniy Prigozhin’in
ölümünden önce yayınlanan ancak hangi tarihte kaydedildiği belli olmayan o
meşhur videosunda söylediği “Rusya’nın Afrika’daki
varlığını artırıyoruz” sözü
de bu argümanı kanıtlar nitelikte olarak görülebilir.

Ancak bu gibi
gelişmeler Afrika’daki
darbelerin arkasında illa bir dış gücün olduğu anlamına gelmemekte.  Bu faktörün etkisini tamamen göz
ardı edemesek de, elimizde bu iddiayı destekleyecek herhangi bir kanıt
bulunmamakta ve en azından kısa vadede olmayacak.

Afrika ülkelerinde gerçekleşen darbelerin “büyük
oyunun parçası” olduğunu düşünmek ya da Afrika’yı sadece küresel güçlerin rekabet alanı olarak görmek oldukça indirgemeci bir
yaklaşım olduğu gibi, Afrika’yı
“özne” olarak almayıp “pasif” ve “edilgen” olarak gören ve Afrika’nın fâilliğini (African agency) göz ardı eden argümanlarla benzer bir tona
sahip. Aksine, son dönemde
Afrika’da
yaşanan darbe silsilesi, Afrika ülkelerinin iç dinamikleri tarafından
şekillendirilmiş gözükmekte.
Darbelerin asıl amacı da halkın taleplerine karşılık vermekten ziyade, askeri
seçkinlerin çıkarlarının korunmasıdır.

Belirtilmelidir ki
küresel güçlerin Afrika’ya
ilgisinin artması Afrika’nın dünya siyasetindeki görünürlüğünün arttığı döneme denk gelmekte. Yakın dönemde iki Afrika ülkesinin BRICS’e
katılacak olması, Afrika’nın artık
uluslararası örgütlerde ve bu tarz çok uluslu platformlarda daha etkin rol
oynama iradesini göstermekte.
Afrika ülkeleri, Batılı ülkeler için sadece hammadde kaynağı değil, terör örgütleriyle ve
yasadışı göçle mücadelede önemli
bir ortak. Bu nedenle Afrika’daki
gelişmeleri yorumlarken Afrika ülkelerinin iç siyasetinin sadece dış etkenler
tarafından şekillendirilmediği ve ülke içi dinamikleri de mutlaka göz önünde bulundurmak gerektiği hususunu atlamamalıyız.

Afrika’daki darbelerin hepsinin ardında benzer örüntüler bulunmaktadır.

Alex Thomson, An Introduction to African Politicsadlı kitabında, Afrika’daki
darbeleri üç gruba ayırır: Koruyucu darbe, veto darbesi ve çığır açan darbe. “Koruyucu
darbe” türünde ordu, devleti mevcut iktidarın kötü yönetiminden
kurtarma gerekçesiyle müdahalede bulunmayı kendi görevi olarak görmektedir. Ancak bu “koruyucular”ın,
iktidarı, genelde ülkenin iktisadi ve siyasi yaşamlarında olumlu bir
değişiklikte bulunmadan bıraktıkları görülmektedir. Afrika’daki
darbelerin çoğu bu ilk gruba dâhil edilir. Hatırlanacağı üzere Gabon’da ordu benzer bir
bahaneyle iktidara el koymuştu.

Ancak çoğu zaman
mevcut iktidarın meşru olmadığı ve seçimlere hile karıştırıldığı gibi
gerekçelerle ya da ekonomik sorunlar ve güvenlik problemlerini bahane göstererek yönetime el koyan ordunun iktidarı sivillere
bırakma konusunda çok da istekli davranmadığını görüyoruz. Gabon’da da muhalefet orduya “seçim darbesine” karşı
çıktığı için teşekkür edip oy sayımına devam etmesi çağrısında bulunurken,
askeri cuntanın lideri General Brice Oligui Nguema, “geçmişteki hataların
tekrarlanmaması için” seçimleri aceleye getirmekten kaçındıklarını söyledi.

“Veto darbeleri” ise doğrudan ordunun ve
müttefiklerinin çıkarlarını tehdit eden sosyal değişimlerden kaynaklanmaktadır.
Burada silahlı kuvvetlerin kendi konumlarında değişiklik yaşanması riskine
karşı böyle bir durum ortaya
çıkmadan müdahalede bulunduğunu görüyoruz.
Nijer’deki
darbeyi tetikleyen gelişmenin de o sırada iktidardaki Başkan Bazoum’un askeri kadroda değişiklik yapma ve General Tchiani’yi görevden alma planları olduğu söylenebilir.

Tabii Thomson’ın
kendisi de bu darbe tipolojisinin çok genel olduğunu ve bütün darbeleri
tanımlamak için kullanılamayacağını kabul etmekte ancak yine de bu sınıflandırmanın “her darbenin kendine özgü” olduğunu ve hepsinin ardında
karmaşık nedenler olabileceği savını hatırlattığını söyleyebiliriz. Örneğin, bölgedeki ülkelerde son dönemde ardı ardına yaşanan darbelerin diğer
ülkelere sıçrama ya da bu ülkelerdeki askeri yönetimleri teşvik etmesi ihtimali de bulunmakta.

Burada belki asıl
tartışmamız gereken husus, darbelerin halk kitlelerinde bulduğu geniş destek.
Gerek Nijer’de
gerekse Gabon’da
halkın darbe yoluyla indirilen sivil iktidarlara değil de darbecilere destek
vermesi Afrika siyasetine yabancı olanlar için ne kadar şaşırtıcı bir
gelişmeyse, Gabon’un
devrik lideri Ali Bongo’nun
da darbe sonrasında ev hapsindeyken yaptığı konuşmasında halka değil de “dostlarına” kendisine destek vermeleri çağrısında
bulunması o kadar şaşırtıcı bir gelişme.

Afrika ülkelerinin çoğunda demokrasi
kültürünün yerleşmemiş olması sivil yönetimlere duyulan güvenin azalması hususuyla bağlantılıyken, gerek
sivil gerekse askeri yönetimlerin
iktidara geldikten sonra yönetimi
bırakmaması maalesef norm haline gelmiş durumda.

Bu nedenlerle
Afrika’daki
darbelerin sadece dış güçlerin ve kolonyal dönemin etkilerinin eseri olan birbirinin aynı olaylar değil, aksine
kendine has dinamikler çerçevesinde gelişen ve tek bir nedenle açıklanamayacak
olgular olduğu göz ardı edilmemelidir.


Doç. Dr. Elem Eyrice – Tepeciklioğlu, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi

Doç. Dr. Elem EYRİCE TEPECİKLİOĞLU, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Bölge Çalışmaları Enstitüsü, Afrika Çalışmaları Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanıdır. Doktorasını “Federalism and Conflict Management: The Cases of Nigeria and South Africa” başlıklı tezi ile tamamlayan Eyrice Tepeciklioğlu, doktora sonrası araştırmalarını 2014-2015 yılları arasında Cape Town Üniversitesi’nin Afrika Araştırmaları Merkezi’nde gerçekleştirmiştir. Türk Dış Politikasında Afrika: Temel Dinamikler, Fırsatlar ve Engeller (Nobel Yayıncılık, 2019) başlıklı kitabın yazarı olan Dr. EYRİCE TEPECİKLİOĞLU’nun Turkey in Africa: A New Emerging Power? (Routledge, 2021) Dünya Siyasetinde Afrika 6 (Nobel Yayıncılık, 2020), Dünya Siyasetinde Afrika 7: Türkiye’nin Afrika Ülkeleri ile İlişkileri – Süreç, Kısıtlar, Olası Çözümler (Nobel Yayıncılık, 2021) ve Afrika Yıllığı 2021 (YTB, 2022) başlıklı ortak edite kitapları bulunmaktadır. Başlıca çalışma alanları Afrika siyaseti, Türkiye-Afrika ilişkileri, Afrika’da yükselen güçler ve Uluslararası İlişkiler kuramlarıdır.


Bu yazıya atıf için: Elem Eyrice – Tepeciklioğlu, ‘Afrika Ülkelerinde Gerçekleşen Darbeler Hakkında Ne Biliyoruz?’, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 25 Eylül 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/09/25/ee-2/


Telif@UIKPanorama. Bu yazının tüm çevrimiçi ve basılı telif hakları Panorama dergisine aittir. Yazıda yer verilen görüşler yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, Panorama Yayın Kurulunu, dergi editörlerini ve diğer yazarları bağlamaz.