75. Yaşına Girerken NATO- Fatih Ceylan
RUSYA’DAN BİR BAKIŞ
4
Nisan 1949’da kurulan NATO bu yıl 75. yaşına girdi. Uluslararası
ortamın her yönüyle bulanıklaştığı bir ortamda
gelecek NATO Liderler Zirvesi 9-11 Temmuz tarihlerinde Vaşington’da düzenlenecek.
75. yıldönümünde gerçekleşecek Zirve Toplantısı’nın olası
gündemi hakkında çeşitli dış mecralarda
yapılan analizlerin sayısı artmaya başladı. Türkiye’de ise güncele odaklı
kısır ve çoğu önyargılarla bezeli bir ortamda NATO
Zirvesi ilgi çeken konular arasında yer almıyor. Bunun nadir istisnalarından
biri Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisi Aleksei V.
Erkhov oldu.
Büyükelçi Erkhov, kaleme aldığı makalesinde NATO için “coşkulu olmayan tebriklerini”
paylaşmayı ihmal etmedi. Soğuk Savaş ertesinde kendi hür ve egemen iradeleriyle
İttifak’a katılmaya yönelen eski Sovyet
Bloku ülkelerinin topraklarının, buraların “mirasçısının” görüşleri ve güvenlik çıkarları aleyhine,
NATO tarafından yavaş yavaş ele geçirildiğini ve bunun için “iradeyi dikte etme ve güç gösterme ihtiyacı
duyduğunu” öne sürdü. Hasılı, o topraklarda yaşayan halkların ve bunların yöneticilerininin,
bunu açıkça telaffuz etmese de, birer
kukladan ibaret olduklarını ima etti. Soğuk Savaş sona erdikten sonra Rusya’da iktidara gelen yöneticileri de şu
ifadeleriyle “hain” ilan etti: “NATO ülkeleri bu kaleyi
kuşatmadı; şu anda Rusya’daki
ve yurtdışındaki birçok kişinin düşündüğü gibi, bu kale onlara içeriden, o
zamanki Sovyet liderliğine sızan bir grup hain tarafından
devredildi.” Birleşik Avrupa-Atlantik Paktının günahlarını “sessiz, kibar ama çok etkili asker İvan düzeltmek zorunda kalmasın” dileğinde
bulundu.
Aslına bakılacak olursa ABD’nin
Vietnam’da, Latin
Amerika’da ve tek taraflı bir tasarrufla 2003’teki Irak işgalinde yaptıklarını
eleştirmek hiç kuşkusuz doğal ve meşrudur. ABD bu eylemleri yaparken,
demokrasinin gereği olarak, kendi toplumu ve ittifak içinde bulunduğu yönetimler ve toplumlar tarafından da yoğun
eleştirilere maruz
kalmıştır. Buna karşılık Sovyet Rusya’nın,
1956’da
Macaristan’daki, 1968’de
Çekoslovakya’daki halk ayaklanmalarını kan ve
şiddetle bastırdığını da hatırlamak gerekir. Benzer şekilde, Soğuk Savaş’ın son
yıllarında Ocak 1990’da bağımsızlığını kazanmak için
ayaklanan Azerbaycan halkına Bakü’de (Kara Ocak), Litvanya halkına Vilnius’ta uyguladığı şiddet (Kanlı Pazar) de
hafızalardadır. Bugün ise “asker İvan” gürültülü ve kaba yöntemlerle Ukrayna’daki işgalini olanca hızıyla
sürdürmektedir.
ABD’nin, birçok müttefikini de zora sokan
yanlışlarının, Rusya’nın hatalarını meşru kılamayacağı
bilinmeli ve kabul edilmelidir. Bu açıdan bakıldığında esasen Rus Büyükelçisini, ülkesinin yönetiminin mevcut zihniyetini etkili
ifadelerle açığa vuran makalesi için tebrik etmek gerekir. Rusya’nın asırlara dayalı devlet aklının
kodlarını yeni bir çağda özünde teyit eden gerekçeleri gerçekten takdire şayandır.
Temmuz 2024’te Vaşington’da yapılacak NATO Liderler Zirvesi’ne dönecek olursak, bu Zirvenin şu üç ana
tema etrafında şekilleneceği öngörülebilir: Ukrayna, Ortadoğu’daki
gelişmeler ve Batı-Çin ilişkilerinin geleceği.
UKRAYNA SORUNSALI
Ukrayna meselesinde ana başlıklar olarak Batı tarafından
Ukrayna’ya sağlanmakta olan malî ve askerî
yardımların akibetinin ele alınması doğal beklentidir. Bu bağlamda diğer bir
konu, Ukrayna’nın NATO’ya
müstakbel üyeliği noktasında düğümlenecektir. Mevcut şartlarda Ukrayna’nın üyeliği konusunda NATO bünyesinde görüş birliği bulunduğunu öne sürmek mümkün değildir.
3-4 Nisan 2024’te
düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı vesilesiyle ABD Dışişleri Bakanı
Blinken, Ukrayna’nın NATO üyesi olacağını bir kez daha yinelemiştir. Diğer
yandan, bunun hangi koşullarda gerçekleşebileceği konusunu ayrıntılandırmaktan
uzak durmuştur. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in
ise daha temkinli ve gerçekçi bir yaklaşım sergileyegeldiği görülmektedir. Stoltenberg, yaptığı açıklamalarda
mevcut savaşın son bulması üzerine barışı koruyacak etkili güvenlik
garantilerine gereksinim duyulacağını, bu çerçevede nihaî güvenlik garantisini,
İttifak Antlaşmasının V. Maddesinin, dolayısıyla NATO üyeliğinin oluşturacağını
vurgulamaktadır. Kısacası, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin kısa vadede gerçekleşmesinin
beklenmemesi gerektiğini dolaylı olarak dile getirmektedir. Bu bağlamda, NATO’nun kısa vadeli hedefi ilk aşamada
Ukrayna’nın Rus taarruzlarına karşı savunmasını
güçlendirecek askerî imkân ve kabiliyetlerin sağlanması ve uzun vadeye
yayılacak bir malî paketle desteklenmesidir. Bunun dışında, sürpriz bir gelişme
yaşanmadığı takdirde, ne NATO Rusya’yla
doğrudan savaşacak, ne de Ukrayna kısa-orta vadede NATO üyesi olacaktır.
Vaşington’da
yapılacak Zirve öncesinde
Rusya’nın Ukrayna’ya
karşı saldırılarını daha da arttırması öngörülebilir. Rusya’nın
bu yöndeki
tutumu geçmiş zirveler öncesinde gerçekleştirdiği tasarrufların örüntüsüyle uyumlu olacaktır. Rus
saldırılarının artmasının Zirve kararlarını ne yönde etkileyebileceğini şimdiden
etraflıca kestirmek ise güçtür.
Ukrayna’ya ilişkin diğer bir sorunsal, savaşın
nasıl biteceği ve olası bir barışın koşullarının nasıl sağlanabileceğidir. Batı
kamuoylarında Ukrayna’ya desteğin sürdürülmesi yaklaşımı genel
hatlarıyla devam etmekle birlikte geleceğe dönük olarak olası bir barış anlaşması yapılması meselesi de gündemdedir.
Barış sürecinde, 2008 Rusya-Gürcistan savaşından bu yana çıkarılan derslerden
esinlenilerek bir müzakere çerçevesi geliştirilmesi ve barışın bu çerçeve üzerine
inşa edilmesi gerekecektir. Bu sürecin de, Ukrayna’nın NATO üyeliği konusuna paralel olarak, uzun
vadeye yayılacağını varsaymak gerçekçi olur.
ORTADOĞU KAYNAKLI SINAMALAR
NATO Zirvesini meşgul edecek diğer önemli bir gündem maddesi Ortadoğu’daki son gelişmeler olacaktır. Geniş
Ortadoğu, NATO için Güney kaynaklı bir sınamadır ve genelde İttifak bünyesinde
terörizm
bağlantılı olarak ele alınmaktadır. Diğer yandan, İsrail-Filistin çatışmasının alevlenmesi, varış noktası
belirsizliğini henüz koruyor olsa da, İran-İsrail gerilimi, Ortadoğu’daki gelişmelerin İttifak’ın özellikle Avrupa kanadının güvenliğini doğrudan
etkilemesi ve 7 Ekim 2023’ten bu yana İran vekil güçlerinin bölgedeki eylemleri karşısında meselenin
küresel boyutlar kazanması NATO’nun
bu etkenlere bîgane kalmakta zorlanacağını göstermektedir. Öte yandan, çapı bölge sınırlarını aşmadığı takdirde NATO’nun, mevcut krizlere doğrudan müdahil
olmayacağını kestirmek mümkündür. Bu itibarla, başta ABD, Birleşik Krallık ve
Fransa olmak üzere kimi İttifak üyelerinin Ortadoğu meselelerine münferiden
müdahalede bulunmaya devam etmeleri; ancak NATO’yu
bir bütün olarak mevcut girdabın içine çekmekten sakınmaları kuvvetle
muhtemeldir. Zira, Ortadoğu’daki güncel sınamaların nasıl aşılabileceğine dair
müttefikler arasında tam bir görüş birliği sağlanmasını beklemek mevcut durumda
gerçekçilikten uzak bir yaklaşımdır. Gazze’deki
dramatik ve insanlık dışı gelişmeler karşısında savunduğu ortak değerler bağlamında
erozyona uğrayan Batı’nın, Rus saldırıları karşısında Ukrayna’nın direncini arttırmaya yönelik arayışı çerçevesinde Ortadoğu
bağlantılı olası bir dayanışma zafiyetine karşı müteyakkız ve hassas davranması
gerekecektir.
YİNE ÇİN, HEP ÇİN
Vaşington Zirvesi’nde
“Çin sorunsalının” da çeşitli yönleri itibarıyla ele alınması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu
mesele, İttifaka yönelik askerî tehditler bağlamında değil, ABD-Çin
arasındaki stratejik rekabetin Avrupa güvenliğine olası yansımaları ölçeğinde
değerlendirilecektir. Bir yandan Ukrayna’daki
durumun, diğer taraftan Ortadoğu’daki
meselelerin başta Avrupa’nın güvenliğini doğrudan etkileyen bir
mahiyet arzetmesi, öte yandan Çin’e
yaklaşım hususunda ABD ile Avrupalı müttefikleri arasında tam bir görüş birliğine varılamamış olmasının
ortaya çıkardığı tablonun Vaşington Zirvesinin sonuçlarına yansıması sürpriz olmayacaktır. Bu tablo, NATO’nun Uzakdoğu’daki
küresel ortakları olan Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Yeni Zelanda’yla olan ilişkilerini arttırmasına engel oluşturmayacaktır. Kasım 2023’de San
Fransisco’da düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik
İşbirliği (APEC) Zirvesi’nde ABD’nin,
başta yapay zeka olmak üzere Çin’le
işbirliğine olanak sağlayacak alanları tanımlamaya çalışması ve son dönemde ABD’den
Çin’e yapılan bir dizi üst düzeyli ziyaret vesilesiyle iki ülke ilişkilerinde ortak
paydaları olabildiğince açığa çıkarmayı amaçlayan girişimleri dikkat
çekmektedir. Diğer yandan, ABD Başkanı Biden’ın, 11 Nisan’da Japonya ve Filipinler Hükümet
Başkanlarıyla Vaşington’da
biraraya geldiği Üçlü Zirve
toplantısı sonunda yayımlanan Ortak Vizyon Açıklaması’nda, ABD’nin
bu iki Asya-Pasifik ülkesiyle sadece ekonomik-ticari ilişkileri geliştirmeye
odaklanmadığı, güvenliği de ön plana çıkardığı görülmektedir. Bu çerçevede, Biden yönetiminin Çin’le ilişkilerinde bir yandan
çevreleme-dengeleme arayışını Uzakdoğu’daki
ortaklarıyla birlikte sürdürürken, diğer yandan, Ukrayna’daki savaşı ve İsrail-Filistin çatışmasının Ortadoğu’daki dengeleri derinden etkilemeye
başlaması karşısında Çin’le olası işbirliği alanlarını da
tanımlamak gayreti içinde bulunduğu gözlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında,
küresel güvenlik ortamındaki belirsizlik ve çatışmalar karşısında
işbirliği-rekabet sütunlarına dayalı çift kulvarlı bir yaklaşım sergilemeyi yeğlediği
ortaya çıkmaktadır. Rusya-Çin yakınlaşması bağlamında bu yaklaşımın karşısında duranlar olduğu kadar bunu destekleyen analizler de mevcuttur. Her hâl ve kârda sözkonusu çift kulvarlı yaklaşımın NATO Vaşington Zirvesi’nde bir uzlaşı formülü çerçevesinde
teyit edilmesini beklemek gerçekçi bir gözlem olacaktır. Bu bağlamda, ABD’de sertlik yanlısı çevrelerin gerekirse
Çin’le ayrışmayı savunan görüşlerine karşı Avrupalı müttefik
ülkelerin çoğunluğunun tercih ettiği yönde Çin’le
ilişkilerde riskleri asgariye indirme (de-risking) yaklaşımının NATO Zirvesi’nde de galebe çalacağını öngörmek mümkündür.
SONUÇ
NATO, 75 yıllık geçmişinde üyeleri arasındaki
iniş-çıkışlara ve görüş ayrılıklarına rağmen varlığını sürdürebilmiş bir
ittifaktır. Küresel güvenliğin bu denli sarsıldığı ve karanlık dehlizlere
sürüklendiği bir ortamda NATO’nun varlığını sürdürmesini beklemek
doğaldır. Ukrayna’daki savaşın gidişatı, Ortadoğu’da yeniden şekillenecek dengeler ve
ABD-Çin rekabetinin alacağı yön NATO’nun geleceğini de hiç kuşkusuz
etkileyecektir. Diğer yandan, Avrupa-Atlantik güvenliği tehdit altında kaldığı
sürece İttifakın varlığını uzun vadede de devam ettireceğini öngörmek yanıltıcı olmayacaktır. Bunun aksi
yöndeki bir
tutumun üye ülkelerde gözlenmediği de dikkate alınması gerekli bir gerçekliktir.
Bu bağlamda, ne genel olarak Batı’nın, ne de NATO’nun
geleceğini, gürültülü ve kaba “asker İvan’lar” değil, üye ülkelerin tercih ve
tasarrufları belirleyecektir. “Sessiz ve kibar sivil İvan’lar”ın gelecekte Rus toplumunun
yaklaşımlarını belirlemede ne derecede etkili olacakları ise ayrı bir inceleme konusu oluşturmayı
sürdürecektir.
Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.)
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.
Bu yazıya atıf için: Fatih Ceylan, “75. Yaşına Girerken NATO”, Çevrimiçi Yayın, 19 Nisan 2024, https://www.uikpanorama.com/blog/2024/04/19/fc-12/
Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.