Byung-Chul Han: Bir Özgürlük İmkâni Olarak Yorgunluk – Filiz Aydın Cevher


Giriş

Byung-Chul
Han, Yorgunluk Toplumu (Han, 2023) isimli kitabında
-metinde kitaba yapılacak atıflar sadece sayfa numaralarıyla belirtilecektir-
günümüz toplumundaki değişimleri ve bunların bireyleri nasıl etkilediğini eleştirel ve de ilgi çekici
biçimde ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, değişimin nedenlerine dair
analizinin eksik kaldığı dolayısıyla sonuçlar ve etkileri üzerinden
değerlendirmeler yaptığı belirtilebilir. Sürecin dinamiğini dikkate almamak hem
sonuçların doğru
değerlendirilmesinde hem de onlarla mücadelede sorunlara neden olmaktadır. Öte
yandan, Han’ın sonuçlardan hareket etmesi eleştiri gücünü de zayıflatmaktadır.

 Bu yazıda kitabın, disiplin toplumundan performans
toplumuna geçildiği dolayısıyla disiplin toplumuna dair yapılan özgürlük analizlerinin
performans toplumu için geçerli olamayacağı iddiası, sürece yer verilerek
değerlendirilmeye çalışacaktır. Bu değerlendirmede Han iki nokta üzerinden
eleştirilecektir: Öncelikle performans toplumunun disiplin toplumundan tümüyle
başka bir toplum olmadığı, her ikisinin de kapitalist işleyişin farklı
evrelerine denk gelmeleri nedeniyle değişiklikler göstermekle birlikte
süreklilikler de içerdiğinden hareket edilecektir. İkinci olarak Han’ın Heidegger’den hareketle özgürlüğü birey özelinde düşünceyle
ilişkilendirmesinin özgürlüğe
olanak tanıyıp tanımadığı tartışılacaktır.

Performans
Toplumu Disiplin Toplumundan Bir Kopuş mudur?

Başlarken
Han’ın disiplin toplumu ve performans toplumunu nasıl ele aldığını kısaca
belirtmek yazının takibini kolaylaştıracaktır. Han, performans toplumu olarak
adlandırdığı içinde bulunduğumuz toplumun, “Faucault’nun
kliniklerden, tımarhanelerden, hapishanelerden, kışlalardan ve fabrikalardan
oluşan disiplin” toplumundan tümüyle başkalaştığı ve bu toplumun disiplin
toplumunun itaat öznelerinden
değil performans öznelerinden
oluştuğunu belirtmektedir.(19) Tıbbi kavramlarla ifade ettiği bir diğer fark
ise disiplin toplumunun bakteriyel, viral olarak belirlenen immünoloji
toplumuna karşılık gelirken performans toplumunun patolojik açıdan Depresyon, Dikkat Eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğu,
Sınırda Kişilik Bozukluğu veya Tükenmişlik Sendromu gibi nöronal olarak belirlenen bir toplum olduğudur. Han, immünolojik ve nöronal ayrımı
üzerinden disiplin toplumunun bir negatif/öteki çatışmasına dayanırken performans
toplumunda sorunların negatiflikten değil pozitiflikten kaynaklandığını ifade
etmektedir.(9-10) Bu çerçevede,
Han’a göre performans öznesi, disiplin toplumunun
itaat öznesi
gibi bir dış tahakkümden ve şiddetten dolayı değil gönüllü
olarak özgürlük
hissiyle performans göstermektedir.
Pozitifliğin kaynağı da kişinin tümüyle olumlayarak çalışmasıdır. Han’ın aşağıdaki
ifadeleri analiz noktalarını anlamak açısından önemlidir:

Depresif insan, herhangi bir yabancı zorlama
olmaksızın gönüllü olarak kendi kendisini sömüren animal laboranstır. Aynı zamanda hem avcı hem de avdır. … Performans öznesi kendini, kendi kendisiyle savaşır halde bulur. Depresif kişi bu
içselleştirilmiş savaşta yaralanmış kişidir. (23) Performans öznesi onu çalışmaya zorlayacak veya sömürecek her türlü dışsal tahakküm merciinden
bağımsızdır. Kendi kendisinin egemeni ve efendisidir. Dolayısıyla, kendinden
başka kimsenin boyunduruğu altına girmez. Bu açıdan itaat öznesinden ayrılır… Sömüren aynı zamanda
sömürülendir… Bu öz-gönderimsellik,
kendi doğasında bulunan zorlayıcı yapılar nedeniyle şiddete dönüşen paradoksal bir özgürlük üretir. Performans toplumunun psişik hastalıkları, tam da böylesi bir paradoksal özgürlüğün patolojik tezahürleridir. (24)

Han disiplin toplumu ve performans toplumu ayrımını büyük
oranda çalışmayla ilişkilendirerek ekonomik işleyişi ya da toplumsallığı  küreselleşme, toplumsal bilinçdışı, geç-modern, postmodern gibi
farklı kavramlarla ifade etmektedir. Öte yandan, kitapta bu kavramlara ilişkin
bir açıklama bulunmadığından bu kavramlarla neyi kastettiği de tam olarak
anlaşılmamaktadır. Farklı kavramlarla ifade ettiği ekonomik işleyişi bir nevi
verili kabul eden Han’ın performans öznesini
metnin odağına alması, toplumu ekonomik işleyişten ziyade birey temelinde ele
aldığını göstermektedir.
Nitekim kendisi de önsözde performans öznesinin yorgunluk toplumunun kök-figürü
olduğunu belirtmektedir.(7) Han’ın toplum yaklaşımında dikkat çeken bir diğer
husus performans toplumunu bir homojenite olarak kabul etmesidir ki bu
performans toplumunun negatiflikten yoksun olduğu varsayımıyla da uyumludur.
Han’a göre efendi-köle diyalektiği özgürlükle sonuçlanmamış, efendiler
de dahil performans toplumundaki herkes köleleşmiştir.[1] Han bu toplum yaklaşımıyla sömürü ilişkilerinin üstünü
örtmekte, dahası sömürüyü
de kişisel
sorumluluk alanına devretmektedir. Öte yandan, Han’ın toplumu ele alış
biçiminin özgürlük
yaklaşımında da önemli
sonuçları olacaktır.

 Peki bu iddialar ne
kadar geçerlidir? Han’ın kullandığı kavramlardan küreselleşme özelinde sürece baktığımızda
küreselleşme tümüyle bambaşkalık olarak ele alınabilir mi? Günümüzde
küreselleşmenin, kapitalist toplumsallıkta neoliberal döneme karşılık geldiği büyük
oranda kabul görmekte
olup bambaşka bir
toplumsallık olduğu iddiası son derece zayıflamıştır. Nitekim Han da performans
toplumu için bambaşka
bir toplum iddiası ile başlar fakat ekonomik işleyişteki sürekliliği vurgular:
Han’a göre her iki toplum için de “toplumsal bilinçdışı”nın doğasından kaynaklanan üretimi
maksimize etme ve üretkenliği artırma zorunluluğu ortaktır.(20-21) Han, yaşanan
değişimi üretkenliği
artırma zorunluluğuyla ilişkilendirirken başkalığı itaat ve otorite
pratikleriyle temellendirmektedir. Dolayısıyla üretkenlik artışı ihtiyacı bir
süreklilikken bu amacı gerçekleştirme araçlarındaki değişikliğin başkalığa yol
açtığını kabul etmektedir. Üretkenlik
artışı ihtiyacı kapitalist üretimin en başından itibaren zorunluluğu olmakla
birlikte bu ihtiyacın bambaşka
bir topluma yol açtığı iddiası ya da değişimi üretkenlik artışı ihtiyacıyla
ilişkilendirmek tartışmaya açıktır. Öte yandan, Han’ın tanımından hareket
edilse dahi merkez ülkeler özelinde
değil de -ki oralarda dahi tümüyle performans toplumundan bahsedilmesi zordur-
küresel düzlemde bakıldığında disiplin toplumunun artık geçerli olmadığı
iddiası da zayıftır. Gerek ulusal gerekse küresel düzeyde kapitalizmin
homojenleştirme etkisine farklılaştırma, standardize etme etkisine ise sürekli
olarak ürettiği
eşitsizlikler eşlik eder. Neoliberal politikalara gidilen sürece ana hatlarıyla
bakıldığında Han’ın iddialarının pek de geçerli olmadığı görülür.

Değişim sürecine bakıldığında neoliberal döneme
ya da küreselleşmeye yol açan nedenin, üretkenliği artırma çabası değil tam tersine merkez
ülkelerdeki teknoloji yoğun üretimin üretkenliği tolere edilemeyecek düzeyde
artırması
olduğu görülür. Üretkenlik artışındaki yükselme
1970’lerde
merkez ülkelerde ortalama kar oranlarında ciddi bir düşüşe  yol açmış (Carchedi, Roberts, 2021) ve bunu
aşma çabaları
da üretimin
ve tüketimin küreselleşmesiyle sonuçlanmıştır. Teknolojik gelişmeyle birlikte
artan üretkenlik hem niceliksel olarak meta üretimini artırmış hem de artık değere doğrudan bağlı olan ortalama kar
oranlarını düşürmüştür. Merkez ülkeler açısından bir yandan emek gücüne duyulan
ihtiyaç diğer yandan üretkenlikle birlikte artan kullanım değerinin satış
zorunluluğu piyasanın genişletilmesini gerektirmiştir. Merkez ülkelerin
üretimlerini çevre ülkelere kaydırmalarıyla gerçekleşen küresel meta zincirleri
bu çabanın
sonucu olarak görülebilir.
Bu değişim merkez ülkelerde disiplin toplumunun görünürlülüğünü
azaltmaktadır, ancak çevre ülkelere bakıldığında disiplin toplumundan
uzaklaşılmış olduğu iddiası ne kadar geçerlidir? Fordist üretimin disiplini
altında bile değil vahşi kapitalizmin yoğun baskısı altında çalışanları birer
performans öznesi
olarak görebilmemiz
mümkün müdür ya da merkez ülkelerde merdiven altı üretimlerde çalıştırılan göçmen işçiler için de performans öznesi
ifadesini kullanabilir miyiz? Ana üretimin hala disiplin toplumu pratiklerini
gerektirdiği hatta yer yer vahşi kapitalizmin sömürüsüne dayandığı açıktır. Bu
açıdan Han’ın performans toplumu analizinin büyük oranda merkez ülkelere
dayandığı, performans öznelerinin
de orta sınıfa karşılık geldiği söylenebilir.

Özgürlük:
Dünyadan Ayrılmak

İkinci
eleştiri noktası olan Han’ın özgürlük
yaklaşımına gelindiğinde, itaat ve tahakküm pratikleriyle ilişkilendirdiği özgürlüğün kitabının odağını
oluşturduğu söylenebilir.
Görüldüğü
üzere Han, itaat ve tahakküm pratiklerini de çalışma ilişkisi üzerinden birey
bazlı ele alır. Öte yandan Han, disiplin toplumu ile performans toplumu
ayrımını itaat ve tahakküm pratiklerine dayandırdığından tüm kitap boyunca özgürlük olanağının disiplin
toplumu analizleriyle mümkün olamayacağını Hannah Arent, Jean Baudrillard, Alain Ehrenberg eleştirileriyle
ifade eder. Çünkü Han’a göre performans öznesi, onu çalışmaya zorlayacak
veya sömürecek
her türlü dışsal tahakküm merciinden dolayısıyla ötekilikten/negatiflikten
yoksundur. Kaldı ki Han, efendi-köle
diyalektiğinin herkesin köleleştiği
bir şekilde gerçekleştiğini belirtir. Han bu ifadesiyle, aslında ekonomik
işleyişteki negatifliğin özgürlüğün
olanağını oluşturmadığını da ifade etmiş olur. Bu nedenle,  ekonomik işleyişi verili kabul eden Han’ın özgürlük yaklaşımında ortaya
koyduğu negatifin ekonomik işleyişi
dönüştürmek
gibi bir sonucu olmayacaktır. Peki gerçekte böyle midir, çalışmamız bir
keyfilik midir ya da performansımızı artırmamız tamamen içsel bir zorunluluk-özgürlük çakışması mıdır? Gerçekte
sömüren
ve sömürülen
ilişkisi ortadan kalktı mı, herkes yorgunluk paydasında eşitlendi mi, efendiler
dahil herkes köleleşti
mi? Öncelikle bu sorulara, ardından da Han’ın performans öznesine nasıl bir özgürlük imkânı sunduğuna
bakalım.

Bilindiği
üzere, kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte geçim araçlarından yoksun kalan
insanlar çalışmak ve geçim ihtiyaçlarını piyasadan temin etmek zorunda
kalmışlardır. Kapitalizmde, feodal toplumda artığa siyasi zorla el koyulması
dolayısıyla çalışmanın siyasi zorla sağlanması geçerli değildir. Kapitalist
toplumda artığa ekonomik araçlarla el koyulur ve insanların çalışma zorunluluğu
siyasi zordan değil ekonomik zordan kaynaklanır. Siyasi zorun ortadan kalkması,
çalışmanın sözleşme
çerçevesinde özgürlükle
ilişkilendirmesine neden olur. Bununla birlikte çalışma, ekonomik zordan
kaynaklanan bir zorunluluk olup artığa el koyma da ekonomik araçlarla gerçekleşir.
Bu durum disiplin toplumunda da performans toplumunda da zorun görünürlüğünü engelleyen ve
çalışma ilişkilerinde özgürlük
yanılsaması
oluşturan kapitalizme içkin bir özelliktir.
Kapitalist sınıf açısından baktığımızda yine kapitalizmin en başından itibaren
onların da emekçiler gibi piyasa zorunluluklarına tabi oldukları açıktır.
Yaşanılan derin eşitsizliklere rağmen
Han’ın “toplumsal bilinçdışının doğası”yla açıkladığı,
başkalarının piyasanın görünmez
eliyle ifade ettiği kapitalist işleyişin kurallarına dayalı piyasa
zorunluluklarına tabi olmak üzerinden bir eşitlik çıkarmak hayli naif bir
yaklaşıma karşılık gelmektedir. Dolayısıyla eğer gerçek bir ötekilikten/negatiflikten
bahsedilecekse işyerinde çalışmayı disipline eden, gözetleyen çalışmayı belirleyen
kişilere değil kapitalist işleyişe içkin sömürü ilişkilerine bakmak
gerekir.

Öte
yandan, performans öznesinin
kendi üretkenliğinin bekçisi olması dahi dışsal bir zorunluluktan kaynaklanır. Neoliberal dönemde
iş bulma, işe devam edebilme, yükselme performansla ilişkilendirilerek kişisel
sorumluluk alanına kaydırılmıştır.
Anna Lowenhaupt Tsing’in de
belirttiği üzere bu dönemin
en temel özelliği güvencesizliktir, artık
“…dünyanın en zengin ülkesinde bile düzenli bir ücret ve sosyal haklar sunan”
işler hem çok azalmış hem de insanlar böyle
işler bulma umut ve isteğini kaybetmiş durumdadır (Tsing, 2023, ss.17-20, 143).
Bu şartlar altında hem iş bulmanın hem de kaybetmemenin performansa bağlı
olması açıktır ki performansın kişiye içsel değil dışsal bir zorunluluktan
kaynaklandığını göstermektedir.

Diğer taraftan, somutta bir dış
tahakkümün ya da otoritenin görünür
olmaması meta, piyasa, ekonomik zor, özgürlük
gibi soyutluklar üreten kapitalizme uygun olarak otoritenin de soyutluğuna
karşılık gelmektedir. Han’ın tabiriyle disiplin toplumunda dahi otorite ve
tahakküm ilişkileri bu niteliktedir. Kapitalist toplumda görünürde nesnel ve kişisel
olmayan bir tahakküm sistemi bulunmaktadır. Kapitalizm öncesi toplumsallıklara göre “özgür” insanlar “nesnel” görünen bir toplumsal tahakkümün altındadırlar. Bu tahakkümün nesnesi ve
zemini ise emektir (Postone, 2003, s. 25). Kapitalist çalışma ilişkilerinde
otorite ve tahakküm ilişkileri, işin gereği nesnel ve bilimsel kurallara uyma
sorumluluğu ile görünmez
olurken eşitsizlik de herkese eşit biçimde uygulanan kurallarla, biçimsel bir
eşitlikle perdelenir (Aydın Cevher, 2022, s. 202). Ortak bir amaç doğrultusunda
herkesin yönetime
katıldığı, görüşlerini
ifade ettiği iddiasıyla neoliberal dönemde
ortaya çıkan yönetişim
modelinde performansıyla  şirketin karını
artırmaya çalışan “özne”,
işinin devamlılığını korumaya çalışmaktadır. Bu ise çıkar ortaklığını değil güvencesizliği ifade eder.

Han,
bir yandan performans toplumunda sömürü
ilişkilerinin üzerini örterken diğer yandan çalışma performansını yanlış bir varoluş biçimi
olarak değerlendirir ve özgürlük
yaklaşımını bu temeller üzerinden ortaya koyar. Han için temel sorun,
performans öznesinin
kendisini dünyayla/çalışmayla özdeşleştirmesidir.
Han’ın özgürlük
yaklaşımı büyük oranda
Heidegger’in özgürlük yaklaşımına
dayanmaktadır. Dolayısıyla, Heidegger gibi dünya[2]/Dasein ayrımından
hareket eder ve birey özelinde
düşünsel bir özgürlük
önerisi
sunar. Bu nedenle özgürlüğün
önündeki
temel engeli dünyayla özdeşleşme
olarak değerlendirir, pozitifliğin aşırılığı olarak bu özdeşleşme aynı zamanda özgürlük için gerekli
niteliklerden yoksun kalınmasına da neden olur. Han’ın belirttiği yoksunluklar,
dünyadan ayrılış için gerekli olan vita contemplativa yani
derin düşünme araçlarıdır. Han, yoksunluklardan dikkatin değişen yapısı, anlam
yoksunluğu ve hızlanma noktalarına yoğunlaşır.

Vahşi doğada hayatta kalmaya olanak
sağlasa da performans öznesinin
dikkat tekniği olan multitasking, yaratıcı can sıkıntısını
ortadan kaldırır, dolayısıyla derin ve teffeküre dayalı felsefeyi de içeren kültürel başarıları engeller.(25-27) Han’a göre bugün ihtiyacımız olan
Arendt’in
vurguladığı vita
activia
yani eylem değil, vita contemplativadır.
Han, hem gelip geçici olanın hem de kalıcı olanın kendisini ancak derin ve
tefekküre dayalı bir dikkate açacağını söyler.(28) Öte yandan Han,
performans öznesinin
hiperaktifliğini ve hiper-nevrotikliğini ve bütün insani etkinliklerinin
çalışma seviyesine düşmesini anlam yoksunluğuyla, varlık eksikliği ile
açıklar.(33-35) Performans öznesinin
dünyasallaşması ile
yaşanan şey varlık eksikliğidir. Çünkü dünyasal zaman hızın zamanına tabidir ve
bu Heidegger’in de
ifade ettiği şimdiyi temel alan alelade zamandır (Heidegger, 1996, ss. 87-89).
Han’ın ifadeleriyle, “Hızlanma ve hiperaktivite zamansal genişlemeye
izin vermez. Gelecek, uzatılmış bir şimdiye karşılık gelir.
”(41)
Dolayısıyla “…aralık ve ara-zamanlar açısından yoksul,
kesintiler açısından çok daha yoksul”
bir hale geliriz.(40)Oysa “(B)aşkaya doğru gerçek bir dönüş, kesintinin negatifliğini
gerektirir. Eylemin
öznesi
yalnızca duraklamanın negatifliği aracılığıyla katıksız aktiviteden kaçan
olumsallığın bütün mekanının baştan sona kat edebilir. Tereddüt, her ne kadar
pozitif bir olgusal eylem olmasa da, eylemin çalışma seviyesine düşmemesini
gerekli kılar.
”(40) Han, ekonomik işleyişte kabul etmediği negatifliği, özgürlüğün olanağı olarak dünya/Dasein
ayrımını sağlayacak kesinti ile ilişkilendirir. Özgürlüğü birey özelinde düşünsel olarak
değerlendiren Han, bir özgürlük
olanağı görmediği dünyadan ayrılmayı özgürlük
yaklaşımının dayanağı yapar.

Han
kesintinin olanağını ise öfke ile açıklar: “Öfke,
bir durumu kesintiye uğratabilen ve yeni bir durumu başlatabilen bir
güçtür/yetidir.
” (41) Bu açıdan öfke
hızın şimdisini kesintiye uğratır. Han, kızgınlıkla öfkeyi Heidegger’in korku ve kaygı[3] ayrımına benzer biçimde ele
alır: “Öfke de tekil bir olgu-durumuyla ilgili
değildir, bütünü olumsuzlar.”
(42) Heidegger’de Dasein,
kaygı ile ölüme
yönelik
varlık olduğunu anladığında gelecek şimdiyi keserken, Han’da
öfkenin
bütünü nasıl olumsuzladığı ve şimdinin zamanını hangi zaman boyutuyla kesintiye
uğrattığı
açık değildir.[4]

Han’ın kesinti ile performans
toplumundaki özgürlük
yanılsamasını
nasıl aştığına ve nasıl bir başkalık sunduğuna bakıldığında, Han’ın temelde
varlık eksikliğinden hareket ettiği söylenebilir.
Han, Heidegger gibi performans öznesinden
“varlık nedir” sorusunu sormasını ister, bu soruyu sormanın
olanağını ise yorgunlukta bulur. Performans toplumu aynı zamanda yorgunluk toplumudur:
Performans toplumunun yorgunluğu,
yalnızlaştıran bir yorgunluktur, yalıtılmış ve izolasyon üretmekte etkilidir.
”(54)
Buna karşılık Han, bu yorgunluğun
dönüşümüyle
performans öznesini
yoksunluklarından kurtararak kesintiye, derin düşünceye, Ben’in azaltılmasına, yavaşlamaya,
huzura ve barışa kavuşturur. Bunu da Peter Handke’nin Yorgunluk Üzerine Deneme’sini olumlayarak yapar.[5]

Performans
toplumunun yorgunluğundaki yalnızlaşma ve izolasyon Ben’in başat olduğu bir durumdur.
Dünya, bir
herkeslik haliyken onun içine gömülmüş
kişi Ben duygusu ile herkeslikten farklı olduğu yanılsamasını yaşar. Yine, dünya ve Ben özdeşliği Ben’i
çalışmayla örtüştürür.
Oysa özgürlük
çalışmada gerçekleşemeyeceğinden bu özdeşliğin
kaldırılıp dünya
ve ben ikiliğinin kavranması gerekmektedir. Han, Handke’nin “… aktif-olmanın
mutlaklaştırılması esnasında tamamen ortadan kaybolan tüm Dasein ve Mitsein
formlarını bu “temel/kökten
yorgunluk”ta bir araya…”(56) getirdiğini belirterek, analizinin açıkça
Heideggerci olduğunu ifade eder. Çok kabaca ifade etmek gerekirse yorgunluk,
durma ve kesintinin olanağını oluşturur. Kişi durup dünyayla bütünleşmiş
yaşamına bakar ve orada kendi olmadığını bir herkeslik olduğunu, özgür olmadığını anlar ve
çalışmayla/dünyayla arasına mesafe koyar.

Peki
bu kesinti mevcut yaşam koşullarında
nasıl gerçekleşecektir?
Han, bu konuda Şabat örneğini verir.(58-59) Bu
durumda tatil günleri “yeni bir varoluşun” kesintileri olarak görülebilir. Bu kesintinin
uzaklaşmayı sağlayıp sağlayamadığı bir tarafa bırakılsa dahi uzaklaşmanın
sunduğu özgürlük
ayrıca tartışmalıdır. Han, “ikiliğin” tekrar üretilmesiyle benin dünyayla ilişkisinin
değişeceğini
belirtir: Dünya, “hiç kimse ve hiçbir şeyin ‘hakim’ hatta yalnızca ‘üstün
bile olmadığı ayrımsızlık olarak dostluğun mekanı(dır.)

haline gelir.(55)   Dünyayla arasına
mesafe koyan ben’in
çalışmaya bakışı da değişir:
Handke, çalışan ve kavrayan elin karşısına
asla kararlı bir şekilde kavramayan, oynayan eli koyar. … artık yalnızca
oynuyorlardı.
”(57) Bu Heidegger’in zaten-beraber-var-olmak’tan ile-beraberce-öylesine-bulunmak’a geçişine karşılık gelir.[6] Yaşanması umulan kişinin kendi
olamadığı, özgür
olamadığı dünyadan düşünsel bir uzaklaşmadır, dünyaya
dair bir değişim ön görmeyen,
salt dünyaya ve oradaki Ben’e dair bakış açısının değiştirilmesidir. Bu yaklaşım
kişisel gelişim önerilerinin
entelektüalize edilmiş hali gibi görünmektedir. 

Yaşamın
aşırı hızlanarak geçiciliğin
başat hale geldiği bu dönemde
dikkat sorunu, anlamsızlık, yalnızlık, sürekli meşgul olma hemen hepimizin
deneyimlediği olgulardır. Bu açıdan günümüz insanı fordist üretimde makinenin
bir uzvuna dönüşmüş
insandan farklılaşmıştır. Fordist üretimde de üretim bandına eşlik etmesi gereken işçi için hız can alıcı önemdeydi, fakat
Han’ın tanımladığı haliyle, özellikle
orta sınıf açısından bakıldığında, günümüzde aşırı uyaran ve multitasking
ayırt
edici olarak ortaya çıkıyor. Öte yandan, dijitalleşme yaşamın her alanını sardığından, sadece çalışma
zamanında değil çalışma dışı zamanda da tüm toplumun
aşırı uyarana maruz kaldığı ve dijital yayınlara kadar yayılan hızlıca ve
sürekli tüketme sonucunda her şeyin geçici hale geldiği de açıktır. Dolayısıyla
tek başına hızdan değil, aynı anda çoklu geçici meşguliyete ait bir hızdan
bahsedebiliriz. Burada artık bir süreçten
değil, salt parçalardan oluşan geçici işler topluluğundan söz edilebilir. İşin parçalanması ya da uzmanlaşmış
detaylı bir iş bölümünden
ziyade, yapılan geçici işler topluluğunun sonucunu, ürününü, etkisini görmenin mümkün olmadığı bir
meşguliyet içindeyiz. Bu nedenle, çok meşgul olmakla beraber kendimizi etkisiz
ve anlamsız hissetmekteyiz. Han’ın da belirttiği gibi sinirsel rahatsızlıkların en önemli
nedenlerinden biri bu yoğun anlamsızlık duygusudur. 

Peki
tüm yaşamı saran deyim yerindeyse sürecin kaybına bağlı hızlanma kapitalist
üretim bağlamında nasıl
açıklanabilir? Yine küresel meta zincirlerinden devam edersek, üretimin farklı
mekân ve zamanlara yayılmasının hızı son derece önemli hale getirdiği görülür.
Dünyanın farklı yerlerinde üretilen ürün
parçalarını hızlı ve senkronize şekilde bir araya getirip
nihai ürüne ulaştırma zorunluluğu ve iş süreçlerinin koordinasyonu, fabrikanın
tekli zaman ve mekânıyla ilişkilenen hızı aşmaktadır. Küresel üretim için
gerekli olan hız yeni teknolojik gelişmeleri tetiklemiş, geliştirilen teknoloji
yaşamın tüm alanlarını sararken multitasking de
yaşamın kaçınılmaz özelliği
olmuştur. Öte yandan, gerek üretim alanında ürünün bir parçasını hatta parçanın
bir kısmını üretenler gerekse bu süreci senkronize eden beyaz yakalıların büyük
bölümü,
yaptıkları işlerde ürünü ve ürün üzerindeki etkilerini somut bir şekilde
deneyimleyecekleri süreçten yoksundur. Üretimin
çoklu zaman ve mekâna yayılması fabrikanın tekli zaman ve mekânının olanak
tanıdığı süreci yok etmiştir.

Sorunlar,
toplumsal yaşamın her alanına
nüfuz etmiş kapitalist işleyişten kaynaklanmaktayken Han
işleyişi, “toplumsal bilinçdışının doğası” olarak doğallaştırarak sömürü ilişkilerini kaçınılmaz ve
zorunlu kılar. “Performans öznesinin”
yaşamı yabancılaşmaya karşılık gelmekle birlikte Han’ın özgürleşme önerisinin yabancılaşmayı
derinleştirmekten öte
bir anlamı olmadığı belirtilebilir.

Sonuç Yerine

              Han bu denemesinde, disiplin
toplumunu eleştirerek varlığa
dönüş
çağrısı yapan ve varoluş üzerinden özgürlük
yaklaşımını ortaya koyan Heidegger’in özgürlük yaklaşımını performans
toplumuna uyarlama girişiminde bulunuyor. Buradaki ironi, performans toplumunun
disiplin toplumundan tümüyle başkalaştığını ve disiplin toplumunun özgürlük analizlerinin
performans toplumunda geçerli olamayacağını iddia eden Han’ın, özgürlük yaklaşımını disiplin
toplumu üzerinden inşa eden Heidegger’in yaklaşımından hareket
etmesidir. Burada Heidegger’in özgürlük yaklaşımının
detaylarına girmek mümkün olmamakla birlikte konuyla ilgili noktalara yer
verilecektir.[7] Han da Heidegger gibi
analizine çalışmayla başlar, ancak onun gibi özgürlük için çalışma
koşullarında bir değişiklik öngörmez, çalışma koşulları olarak
dünya kaçınılmazdır, o halde bakış açımızı değiştirerek onu ben’den ayrı ile-beraber-öylesine bulunduğum, oyun
oynadığım bir alan olarak görebilirim.
Yine toplumu herkeslik olarak eşitleyen Heidegger gibi Han da toplumu yorgun köleler olarak eşitler. Böylece, her ikisi de sömürü ilişkilerinin üstünü
örter. Tüm bu yaklaşım aslında gerçeklikte hiçbir değişiklik öngörmeyip onu verili, kaçınılmaz
kabul edip doğallaştırarak
bakış açısının değiştirilmesi
telkinidir. Dolayısıyla, mevcut gerçekliğin yeniden üretimiyle sonuçlanması
kaçınılmazdır. Karel Kosik’in
Heidegger eleştirisi Han için de ziyadesiyle geçerlidir: Han’ın analizi
yabancılaşmadan yabancılaşmış bir kaçışa yani hayali olarak yabancılaşmayı
aşmaya karşılık gelir (Kosik, 2015, ss. 67-68). 

Kaynakça

    Aydın Cevher, F. (2022). Kapitalizmde
zaman bağlamında
özgürlük
ve zorunluluk ilişkisinin felsefe ve fizikteki konumu
.
Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi,
Ankara.

    Carchedi, G. ve Roberts M. (2021). The
economics of modern imperialism, Historical Materialism, 29
(4), 23–69.

    Han, B. (2023). Yorgunluk toplumu.
(Çev. S. Yalçın). İstanbul: İnka Kitap. (Orijinal yayın tarihi, 2010)

    Heidegger, M. (1996). Zaman
kavramı. S. Babür (Çev.), Zaman Kavramı: Aristoteles, Augustinus,
Heidegger
içinde (87-89. ss.). Ankara: İmge Yayınevi.

    Heidegger, M. (2011). Varlık
ve zaman
. (Çev. K. H. Ökten). İstanbul: Agora Kitaplığı. (Orijinal yayın
tarihi, 2006)

    Kosik, K. (2015). Somutun
diyalektiği: insan ve dünya sorunları üzerine bir inceleme.

(Çev. E. Kaya). İstanbul: Yordam Yayınları. (Orijinal yayın tarihi, 1976)

   
Posthone, M. (2003). Time, labor, and social
domination: a reinterpretation of Marx
’s critical theory. New York: Cambridge
University Press.

    Tising, A. L. (2023). Dünyanın
sonundaki mantar: kapitalizmin enkazlarından yaşam imkanı üzerine.
(Çev. E.
Gökyaran), İstanbul: YKY Yayınları. Orijinal yayın tarihi, 2015)


[1]“En nihayetinde efendi ve köle diyalektiği,
her bir insan tekinin hem özgür hem de boş
zamana sahip olduğu o topluma yol açmaz. Daha ziyade, efendinin kendisinin de
bir çalışan köle haline geldiği bir topluma doğru
götürür. Bu zorlanma toplumunda herkes kendi çalışma
kampını yanında taşır. Bu çalışma kampının özelliği, kişinin aynı anda hem mahkûm hem gardiyan, hem kurban hem fail olmasıdır. Böylelikle kişi kendi kendini sömürür. Bu
şekilde, sömürü tahakküm olmadan da mümkün hale gelir.”(35)

[2] Dünya, Heidegger’in kullandığı anlamıyla kabaca ifade
etmek gerekirse çalıştığımız ve bu sırada diğer insanlarla (herkes) ilişkiye geçtiğimiz
alandır.

[3] Havf (kaygı) korkudan farklıdır.
Korku dünyada varolan şeylerden kaynaklanır, korkunun nesnesi tehdit edici bir şeydir.
“Havfın nedeni bizatihi dünya-içinde-varolmaktır.” Martin Heidegger,
(Heidegger, 2011, ss. 196-197)

[4] Kitabın “Bathleby Vakası” bölümünde ölüme ilişkin açıklamalar yapmış olmakla
birlikte buradan net bir sonuç çıkarmak zorlama olabilir.

[5] Handke, dilsiz, bakışsız, bölen yorgunluğa
anlatan, gören, barıştıran bir yorgunlukla karşı koyar. “Daha az Ben’in daha çokluğu” olarak
yorgunluk, Ben’in sıkıntılarını gevşetmek suretiyle bir geçiş aralığı açar.” (55) Bu yorgunluk “dünyayı tanıdık kılan yorgunluktur”, “Ben daha-az-hale-geldikçe varlığın çekim kuvveti Ben’den dünyaya
kayar. …Yalnızlaştıran yorgunlukta tamamiyle imha edilen “ikiliği” tekrar üretir. (56) İnsanlar ve şeyler, dostane bir Ve (Und)
vasıtasıyla birbirine bağlanmış olarak ortaya çıkar. (58)

[6] Heidegger’in ifadeleriyle belirtilirse: “Mevcut
olanın gözetlenerek
belirlenmesi anlamında bilmenin mümkün olabilmesi için öncesel olarak dünyayla ilgilenilerek
yapıp ettiklerimizden geri kalmaya gerek vardır. İlgilenme; vücuda
getirme, elle çalışma ve benzerlerinden imtina ederken, kendini içinde-var-olmanın
geriye kalan tek haline, yani  …-ile-beraberce-öylesine-bulunmak’a gireriz.” (Heidegger, 2011, ss.
63-64). Vurgular orijinal metinde bulunmaktadır.

[7] Varlık ve Zaman baz alınmıştır.


Dr. Filiz Aydın Cevher

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Yüksek Lisansını TODAİE’de Kamu Yönetimi Bölümü’nde ve doktorasını Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü’nde tamamlamıştır. Zaman, ekonomi politik ve milliyetçilik başlıca çalışma alanlarıdır. Halihazırda Panorama’da yardımcı editör olarak çalışmaktadır


Bu yazıya atıf için:  Filiz Aydın Cevher , “Byung-Chul Han: Bir Özgürlük İmkâni Olarak Yorgunluk” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 2 Mayıs 2024, https://www.uikpanorama.com/blog/2024/05/02/fa/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.